Yazan: Carlovac Townway
Çeviren: Alper Kurt
2 Eylül, 2920
Gideon, Kara Bataklık
İmparatoriçe Tavia, yatağında uzanıyordu. Dışarıda hissedemeyeceği sıcak bir sam yeli, hücresinin panjurlarını ileri geri demir çubuklara doğru çarpıyordu. Boğazı sanki ateş yutuyormuşçasına alev alevdi fakat yine de iç çekti ve en son dokuduğu kilimi istemsizce ellerinde buruşturdu. Ağıt çığlıkları Giovese Kalesi’nin koridorlarında öylesine yüksek sesle yankılandı ki günlük işlerini yapan hizmetçi ve muhafızlar oldukları yerde kaldılar. Hanımını görmek için dar koridorlardan bir kadın çıkageldi fakat ana muhafız Zuuk kadının önünde durdu ve kafasını iki yana salladı.
” Oğlunun öldüğünü az önce öğrendi.” dedi usulca.
5 Eylül, 2920
İmparatorluk Şehri, Cyrodiil
” Yüce Majesteleri.” dedi Potentate Versidue-Shaie kapıya doğru. ” Kapıyı açabilirsiniz. Sizi temin ederim tamamen güvendesiniz. Kimse sizi öldürmek istemiyor.”
” Mara’nın kanı aşkına!” dedi İmparator III. Reman. Sesinde çılgınlıkla karışmış tedirginliğin izleri vardı. ” Birileri Prens’e suikast düzenledi. Hem de benim kalkanımı taşırken! Kesin onun ben olduğumu sandılar!”
” Bu konuda haklısınız Majesteleri.” diye onayladı Potentate, küçümseyerek bakmasına karşın sesindeki alaycı tonu kelimelerinden uzak tutmaya çalışıyordu. ” Bu şeytanı bulup oğlunuz adına cezalandırmalıyız. Fakat bunu siz olmadan yapamayız. İmparatorluğunuz adına cesur olmalısınız.”
Cevap yoktu.
” En azından dışarı çıkıp Leydi Rijja’nın idam fermanını imzalayın.” dedi Potentate. ” Ne olduğunu bildiğimiz bir hain ve suikastçıdan kurtulalım.”
Kısa bir sessizlikten sonra, zemine sürten ayak sesleri duyuldu. Reman kapıyı araladı fakat Potentate, İmparatorun kızgın, korku dolu yüzünü ve sağ gözünde toplanmış berbat görünüşlü mendil yığınını gördü. İmparatorluktaki en iyi şifacılara rağmen, Thurzo Kalesi’nde Leydi Rijja’dan kalan hediye hala geçmemişti.
” Şu fermanı ver bakayım bana.” diye hırladı İmparator. ” Büyük bir zevkle imzalayacağım.”
6 Eylül, 2920
Gideon, Cyrodiil
Camdan dışarı bakarken bataklık gazı ve ruhsal enerjinin birleşimi olan ışıklı ılgımların garip mavi pırıltıları Tavia’ya küçüklüğünde bunlardan nasıl da korktuğunu anımsattı. Fakat şu an o kadar huzur vericiydi ki. Bataklığın ötesinde Gideon Şehri uzanıyordu. Tam on yedi yıldır bu şehri izlemesine rağmen sokaklarına adım dahi atmaması ne kadar da acıydı.
” Sence bir şey unutmuş muyumdur?” diye sordu, sadık hizmetkarı Kothringi Zuuk’a dönerek.
” Ne yapmam gerektiğini biliyorum.” dedi çabucak Zuuk. Adamın bir anlık gülümsemesini görür gibi oldu fakat İmparatoriçe bunun adamın ışıldayan kalkanından yansıyan kendi aksi olduğunu fark etti. Gülümsüyordu ve bunun farkında bile değildi.
” Takip edilmediğinden emin ol.” diye uyardı kadın. ” Kocamın, altınlarımı bunca yıldır nerede sakladığımı öğrenmesini istemiyorum. Kendi payını da almayı unutma. Çok iyi bir yoldaş oldun.”
İmparatoriçe Tavia birkaç adım attı ve silueti sisler içinde kayboldu. Zuuk kule penceresinin demir çubuklarını yerlerine yerleştirdi ve yatağın üzerine yığılmış yastıkları da bir battaniye ile kapattı. Şansı yaver giderse sabah olana kadar kadının kaybolduğunu fark etmezlerdi. Kendisi de o zamana kadar Rüzgartepe yolunu çoktan yarılamış olurdu.
9 Eylül, 2920
Phrygias, Ulu Kaya
Her iki tarafa da yaslanmış garip ağaçlar ateşte tutuşan böcek sürüleri gibi kırmızı, sarı ve yeşilli şekilsiz öbekler oluşturmuştu. Wrothgarian dağları sisli öğleden sonranın ardında kayboluyordu. Turala atından inerken gördüğü manzara karşısında çok şaşırmıştı. Burası Rüzgartepe’den ne kadar da farklı görünen bir yerdi… Arkasında sandığına başını koymuş Cassyr ve beşik gibi sallanan Bosriel uyuyorlardı. Bir anlığına tarlaları çevreleyen alçak, boyalı çitin üzerinden atlamayı düşündü fakat sonradan vazgeçti. Dizginleri Cassyr’in eline vermeden önce birkaç saat daha uyumasına izin vermek daha iyi bir fikirdi.
At araziyi arşınlarken Turala, ormanın içinde yarıya kadar gizli, küçük, yeşil bir ev gördü. Görüntü o kadar sanatsaldı ki gözleri uykudan yeni uyanmışçasına kamaştı. Ani bir siren patlaması kızı yeniden kendine getirdi. Cassyr gözlerini açmıştı.
” Neredeyiz?” diye tısladı.
” Bilmiyorum.” dedi Turala kekeleyerek. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. ” O ses de neydi?”
” Orklar.” dedi adam fısıltıyla. ” Ava çıkmış bir grup. Çalılığa sür, çabuk.”
Turala, atı fundalığa doğru sürdü. Cassyr çocuğu kadına verdi ve attan indi. Çantaları attan indiriyor, çalılıkların içine fırlatıyordu. O anda bir ses duydular. Uzaktan gelen bir ayak sesi… Ses git gide daha da artıyordu. Turala atından dikkatlice indi ve Cassyr’in atı saklamasına yardım etti. Bu sırada Bosriel gözlerini açmış, onları izliyordu. Turala, bazen bebeğinin hiç ağlamamasından yakınırdı. Şimdi ise buna minnettardı. Son bohçayı da indirdikten sonra Cassyr, ata bir şaplak atarak gidebileceği en uzak noktaya gitmesini diledi. Turala’nın elini tuttu. Çalılıkların arasına gömüldüler.
” Şansımız yaver giderse.” diye geveledi. ” Atın yabani olduğunu ya da bir çiftliğe ait olduğunu düşünecekler ve binicisini aramayı düşünmeyecekler bile.”
Konuşurlarken bir grup ork sürüsü çayırlardan borularını inleterek çıkageldi Turala orkları daha önce de görmüştü fakat o zaman sayıları ne bu kadar çok değildi ve bu denli hayvani güvenleri yoktu. Zevk içinde ata ve şaşkınlığına kükreyerek Cassyr, Turala ve Bosriel’in saklandıkları yerden koşup uzaklaştılar. Atın ayakları yerdeki yabani otları havaya kaldırarak etrafa polenler yayıyordu. Turala o esnada hapşırığını tutmaya çalıştı. Bir an başarabileceğini düşünmüştü fakat orklardan biri bir ses duyduğundan emindi ve kontrol etmek için yanında başka bir orkla geri döndü.
Cassyr bütün cesaretini toplayarak sessizce kılıcını çekti. Yetenekleri savaşmak değil, gizlenmek üzerineydi. Ancak Turala ve bebeğini korumaya canı pahasına ant içmişti. Belki bu ikisini haklayabilirim diye düşündü, ancak bu olmadan onlar çığlık atıp sürünün geri kalanını çağırırlardı.
Birdenbire çalılıkların arasından rüzgar gibi görünmez bir şey süzülüverdi. Orklar arkaya doğru uçarak sırtları üstüne düştüler. Turala döndü ve kırmızı gözleri çalılıkların içinden parlayan yaşlı bir kadın gördü…
” Onları doğrudan bana getireceğinizi düşünmüştüm.” diye fısıldadı gülümseyerek. ” Benimle gelseniz iyi olur.”
Üç yolcu, yaşlı kadının ardından tepedeki eve doğru, böğürtlen çalılıklarının yanındaki patikadan yol alıyorlardı. Evin öteki yanına geçtiklerinde kadın atla kendilerine ziyafet çeken orklara bakmak için döndü. Birkaç ork borusu sesine zevk böğürmeleri karışıyordu.
” At senin miydi?” diye sordu. Cassyr başını salladığında yüksek sesle güldü. ” Çok güzel bir ziyafet, lezzetli de. Bu canavarların sabaha doğru göbekleri şişmiş ve yağ dolu olacak. Tam kendilerine yaraşır.”
” Devam etmemiz gerekmiyor mu?” diye fısıldadı Turala, kadının kahkahasından rahatsızlık duyarak.
” Buraya çıkamazlar.” kendine gülümseyen Bosriel’e dişlerini göstererek.” Bizden çok korkuyorlar.”
Turala başıyla onaylayan Cassyr’e döndü. ” Cadılar. Sanırım burası Yaşlı Barbyn’in Çiftliği. Diğer adıyla Skeffington Cadılar Meclisi’nin bulunduğu yer.”
” Aynen öyle evlat.” yaşlı kadın bilinirliğin verdiği havayla genç kızlar gibi kikirdedi. ” Ben Mynista Skeffington.”
” Orklara ne yaptınız?” diye sordu Turala. ” Yani aşağıdayken?”
” Kafalarının sağ tarafına ruh yumruğu attım.” dedi Mynista, tepeyi tırmanmaya devam ederken. Önlerinde çiftlik arazileri uzanıyordu, bir kuyu, bir adet kümes, bir gölet, uyum içinde işlerini yapan kadınlar, oyuna dalmış çocukların çığlıkları… Yaşlı kadın döndü ve Turala’nın anlamadığını fark etti. ” Geldiğin yerde hiç cadı yok mu, evlat?”
” En azından benim tanıdığım yok.” dedi Turala.
” Tamriel’de her çeşit büyünün ustası mevcuttur.” açıklamasına devam etti. ” Tinler büyüyü nihai görevleriymiş gibi çalışırlar. Terazinin diğer kefesinde bulunan ordudaki savaş büyücüleri büyülerini ok atarmış gibi kullanırlar. Biz cadılarsa halk arasında, ruh çağırmak için ya da ayin yönetmeye yönelik kullanırız hep. Hava ruhları Amaro, Pina, Tallatha, Kynareth’in parmakları ve dünyanın nefesinin ismini fısıldayarak o şerefsizlerin kafalarını ezdim. Görüyorsunuz ya, ruh çağırma güçle, bilmece çözmeyle ya da eski tozlu parşömenlerin içinde kaybolmak değildir. Püf noktası ilişkiyi kurmaktadır. Arkadaş canlısı olmak da diyebilirsiniz.”
” Bize karşı takındığınız bu arkadaşça tavrınız için size minnettarız.” dedi Cassyr.
” Al benden de o kadar.” dedi öksürerek Mynista. ” Sizin ırkınız ork diyarını iki bin yıl önce yıkmıştı. Yalnız o kıyımdan önce hiç bir ork buraya gelip de bizi rahatsız etmemişti. Hadi bakalım sizi yıkayalım da karnınızı doyuralım.”
Son cümleleriyle Mynista onları çiftliğe soktu ve Turala, Skeffington Cadılar Meclisi’yle tanışmış oldu.
11 Eylül, 2920
İmparatorluk Şehri, Cyrodiil
Rijja önceki gece uyumayı denememişti dahi. Çalan kasvetli müziğin idamı süresince uyutucu etkisi olacağından emindi. Balta boynuna indiğinde bilinçsiz olmayı diliyordu sanki. Şu an bir gözü sarılı, önünde oturmuş eski aşığı İmparatoru göremesin diye gözleri bağlanmıştı. Potentate Versidue-Shaie de göremiyordu. Saçları özenle taranmış, yüzü zafer nidaları içinde parlıyordu. Celladın sırtında sertçe gezinen ellerini hissedebiliyordu. Kadın uyanmaya çalışan biri gibi kendini geriye attı.
İlk darbe boynunun köküne indi ve kadın bir çığlık attı. İkincisi ise başını gövdesinden ayırdı, ölmüştü.
İmparator, Kralına acımasız gözlerle döndü, ” İşte bu kadar. Balyozyurt’ta Corda adlı güzel bir kız kardeşi var demiştin, değil mi?”
18 Eylül, 2920
Dwynnen, Yüksek Kaya
Cadıların ona sattığı at önceki atı kadar iyi değildi ne yazık ki, diye düşündü Cassyr. Ruhlara tapınmak, adak adamak, kız kardeşlik, bunlar ruh çağırmak için iyi, hoş şeylerdi belki ama yük hayvanlarının mizaçlarını bozdukları kesindi. Yine de her şey şikâyet etmekten çok uzak bir durumdaydı. Kara Elf kadını ve çocuğu gittiğine göre, artık yoluna bakabilirdi. Önünde memleketinin kalın duvarları yükseliyordu. Bir içeri girebilse, eski arkadaşları ve ailesine kavuşabilecekti.
” Savaş nasıldı?” dedi çığlık atarak yol boyu koşan kuzeni. ” Vivec’in Prensle barış imzalamasına rağmen, İmparator’un bunu reddettiği doğru mu?”
” Eminim böyle değildir, değil mi?” diye sorarak bir arkadaşı onlara katıldı. ” Kara Elflerin Prensi katlettirip uydurma bir hikaye yaydığını duydum fakat elbette kanıt yok.”
” Burada ilginç bir şeyler konuşulmuyor mu yahu?” Cassyr güldü. ” Savaş ve Vivec hakkında konuşmaya hiç ama hiç niyetim yok.”
” Leydi Corda’nın tören alayını kaçırdın.” dedi arkadaşı. ” Bütün tanıdıklarıyla şu dorunun içinden geçtiler ve doğuya, İmparatorluk Şehrine yöneldiler.”
” Boş ver bunu sen. Vivec nasıl biri?” diye sordu kuzeni hevesle. ” Yaşayan bir Tanrı olması gerekiyor.”
” Sheogorath gökyüzünden inseydi ve yeni bir Delilik Tanrısı’na ihtiyaç olsaydı dediğin doğru olurdu.” dedi Cassyr mağrurca.
” Peki kadınlar?” diye sordu öteki. Kara Elf kadınlarını çok istisna durumlarda görmüştü.
Cassyr sadece gülümsedi. Turala Skeffington’un anısı kaybolmadan önce bir anlığına parıldadı zihninde. Mecliste mutlu olacak ve çocuğuna da iyi bakılacaktı. Fakat artık geçmişin bir parçasıydılar, sonsuza dek unutmak istediği bir yerin ve savaşın parçaları… Atından inerek şehre doğru yürürken, Iliac Koy’daki hayat hakkında gereksiz dedikoduların keyfini çıkarıyordu.
2920 Ekim’de devam edecek…