Büyüyen Tehdit – 1.Bölüm

Çeviren: Enes Yetiş

Bu seri, Dördüncü Çağ’ın ilk yıllarında Yaztutan Adası’ndan Cyrodiil’e göç eden, Altmer mülteci Sunholdlu Lathenil’in hikayesini içerir. Lathenil’in söylemine göre, kendisi Yaztutan’daki Oblivion krizi nedeniyle değil – kendi deyimiyle “canım memleketim üzerine kara bulut gibi çöken Thalmor belası”ndan uzaklaşmak için göç etmiştir.

Lathenil her fırsatta Thalmor’a oldukça cüretkar suçlamalar yöneltti-kibarca söylemek gerekirse – ve böylece sürekli varlığını belli etti. Thalmor ve Aldmeri Hükümdarlığı hakkındaki hararetli ithamları ve dobra eleştirileri belki de fazla önemsenmedi, ancak tarih, kısmen de olsa, Lathenil’in iddialarının ne kadar yerinde olduğunu kanıtlamıştır.

Praxis Erratuim, İmparatorluk Tarihçisi

————————

Büyük Azap üzerimize çöktüğünde, daha çocuktum. Gökyüzü yarılmıştı ve bu yarıklardan üzerimize, Oblivion’un hastalıklı düzleminden gelen daedralar yağıyordu. Halkın çoğu, Dagon’un zalimliğinden kaçmak için denizlere akın etti, ancak denizler de azgın dalgalar oluşturmak suretiyle limanlarımızı ve gemilerimizi batırarak halkımıza ihanet etti. Bizi, artık ölümün dahi bir lütuf gibi göründüğü kaderimizle baş başa bıraktı.

Son umudumuz Kristal Kule’ydi.

Mülteciler Kristal Kule’yi tıka basa doldurdular. Havadaki perva kokusunu ve üzerimize çöken ümitsizliğin kasvetini hissedebiliyordum. Uzakta, ağaçların arasında dolaşan daedraları görebiliyorduk ama yakınımıza gelmiyorlardı. Aradan günler geçti, ancak daedralar halen okçuların menziline girmemişlerdi. Umudumuz artmaya başladı. Kimileri, “bizden korkuyorlar” diyordu, “daedralar bile Kristal Kule’nin hikmetinin ve büyüsünün hafife alınmaması gerektiğini biliyor!”

Bu menfur Oblivion sakinleri, saldırıya geçmek için sanki tam da bu düşüncede olmamızı beklemiş gibiydiler.

Biz uyurken, etrafımız sayısız daedra birliği tarafından sarılmıştı… Üstelik yalnız değildiler. Yüzlerce Altmer esirini de yanlarında getirmişlerdi. Şafak söktüğünde, daedralar tarafından bir bir katledilmeye başlanan esirlerin çığlıklarıyla uyandık. Korku dolu bakışlarla, gözümüzün önünde kendi türümüzden olan esirlerin diri diri kazığa oturtulmalarına, derilerinin yüzülmesine, kılıçlarla kesilip parçalanmalarına, adi mahluklar tarafından canlı canlı yenilmelerine ve daha yapılan birçok dehşet verici muamelelere şahit olduk.

Bu iğrenç katliam, onların kanasusamışlıklarının sadece bir ön provasıydı.

Hısımlarımızla işleri bittikten sonra daedralar, Kristal Kule’ye yöneldiler. Büyük ve heybetli sığınağımız, tıpkı heyelana karşı duran kudretli bir meşe ağacını andırıyordu – etrafındaki yıkımdan bir süreliğine zarar görmeyecek ama sonunda dalgalara kapılacakmış gibi.

Ulu büyücülerimiz, iblislerin düzinelercesini kızartarak yok etti. Okçular yüzlerce adım öteden, daedrik zırhlarının en küçük boşluklarını bile buluyor ve özellikle birlik komutanlarını yere seriyordu. Yiğit müdafilerimizin ihtişamlı kudreti ve yeteneği, takdire şayandı. Deadralar, ölen yardakçılarının cesetleriyle oluşan yığına tırmanarak ayakta durmaya çalışıyorlardı ve hepsi de Tamriel’deki bütün orduların, karşısında korkudan titreyeceği büyüklükte bir yıkıma ve ölüme doğru yürüdüler.

Duvarda gedik açtıkları zaman, öteki korkaklarla birlikte ben de kaçmaya başladım. Yaptığım şeyle gurur duymuyordum ve halen bunun utancıyla yaşıyorum. Görkemli Kristal Kule’mizi savunmak için, saldırı karşısında saflarını bozmayan gözüpek Altmer müdafilerini geride bırakarak, anlamsız bir panik içinde kaçışmıştık.

Zekice gizlenmiş patikalarda koşarak, kulenin üzerine çöreklenen kaos ortamından uzaklaştık. Ve ne olduysa o anda oldu. Sık bir ormanda, rüzgarın ağaçlar arasında eserken çıkardığı gibi bir uğultu gibi başladı ancak ses azalmadı, sürekli devam etti. Giderek üzerine bastığım toprağı titreten bir kükremeye dönüştü. Geri dönüp baktım ve sanki bütün dünya nefesini tutmuştu.

Olduğum yere çakılıp kaldım. Canım memleketimin kalbi yerle bir olurken, sanki benimki de göğsümden sökülüyormuş gibi hissediyordum. Akıl almaz, inanılmaz… Kristal Kule bütün azameti ile yerin dibine geçiyordu. Uzun bir süre, boş bakışlarla olan biteni seyrettim.

Hıçkırıklar göğsümü zorlayıp da, bütün havayı ağlama sesleri doldurduğunda, zihnimdeki büyülü sis perdesi kalktı ve kendime geldim. Etrafımda benim gibi, büyüye kapılmışçasına boş boş bakan bir sürü mülteci vardı. “Kaçın,” diye bağırdım kalbim -ve memleketimin kalbi- yarılmışçasına. Ben dahil, hiç kimse hareket etmedi.

Az önce meydana gelen olayın dehşeti, korkusu ve öfkesi bir araya gelerek, boğazımda düşüncesiz bir haykırışa dönüşmüştü: “KAÇIN!” ve hislerimin beni alıp götürdüğü yere doğru kaçmaya başladım.

Share :