Jorrvaskr’in Hikayesi
Çeviren: Serdar İzmirli
En sonunda Saarthal gerçek sahiplerince alınıp, katil elfler kibirli şehirlerine geri gönderilince, yüce Ysgramor okyanuslar boyunca yankılanan korkunç bir savaş çığlığı attı. Beş Yüzler alkış tufanı altında zaferlerini kutladıkları gibi, şehit düşmüş yoldaşları için yas da tuttular. Denilene göre bütün bunlar Atmora’nın uzak ve soğuk olan yeşil kıyılarında da duyulmuş, atalar denizi geçmelerinin zamanının geldiğini anlamışlardı.
Sesinin yankıları sessizliği boğarken hepsi Wuuthrad ile kutsanmış Ysgramor’un yeni emirlerini beklemeye koyuldu. Ciğerleri insanlığın gazabını dışarı salarken onlara ilerlemelerine devam etmelerini emretti. Hilebaz Mer kendi hilekarlıklarıyla başlarına ne getirdiklerini biliyor olmalıydılar.
” İlerleyin” diye kükredi. ” Bu yeni toprakların göbeğine gidin. Sefilleri tembellik saraylarından dışarı atın. Onları sefilliğe mecbur edin ki, ırkımıza karşı işledikleri günahlar gibi ihanetlerini görebilsinler. İyilikte bulunmayın, merhamet göstermeyin. Çünkü onlar da size göstermeyecek.” ( Yüce Atamız bu emri İkiz Yılanların kehanetini anlayamadan vermişti, kaderi de neslinin gerçek akıbetini bilmeden ölmekti.)
Sözlerini duyunca Kaptanlar Halkası mürettebatlarıyla birlikte bir araya toplandılar. Buradan ileri yol alacağız, kararını verdiler. Her bir gemi kendi yolunda, güneşin altında kendi kısmetlerini arayacaklardı. Geceyi ziyafet çekerek geçirip, Yoldaşların Yeminini ettiler. Hepsi Saarthal’daki büyük çarpışmanın onuruna kendilerini hala Beş Yüzlerden sayıyorlardı. Kaderin rüzgarları kendilerini bir daha Atmora’nın neslini korumak üzere savuruncaya dek Kalkan Kardeşliği yemini ettiler.
Şafağın kızıl elleri doğudan uzanmaya başlayınca Ysgramor’un Beş Yüz Yoldaşı; taştan dalgalar, ağaçtan tepeler altlarında akıp giderken yola çıktılar.
Donanmadan ilk ayrılan eskiden Ysgramor’un yakın arkadaşı olan Jorrvaskr’in mürettebatı oldu. Kaptanları Nehirli Jeek olarak bilinirdi. Bu ismi Haberci’nin kendisi gençliklerindeki şana binaen vermişti. Parıldayan gemilerini bir araya getirirken Menro ve Manwe adındaki işçileri aradı. Tamriel’deki kereste işlerini yapıyorlardı. En azılı savaşçılarının arasında Tysnal (İki İsimli Olan) ve ikizi, aynı zamanda Kalkan Kardeşi olan, cüssesi yüzüne hiçbir zaman söylenmeyen Terr vardı. Aralarında başkaları da vardı; Yürüyen Meksim, Brunl (Elsiz Dövüşen) ve Gülen Yust. Bunlar ve diğerleri Jeek’e yeminle bağlıydılar ve güneşin henüz erişemediği karanlıklara doğru ilerlediler.
Hem hayvanlarıyla hem de yürüyerek güneye doğru gittiler. Elfleri gördüler ancak aralarında savaşa neyin yol açtığını söyleyebilecek biri kalmamıştı. Jorrvaskr’in adamlarının sayısı hiç azalmamıştı, savaşta tilki kadar kurnazdılar ve zekaları da kılıçları kadar keskindi.
Güneş tepeye dikildiği vakit, önden koşan Ufak Jonder gördüklerini anlatmak için tepeden aşağı indi. Geniş ovanın ortasında gözlerinden ve gagasından alevler çıkan bir kuş anıtı görmüştü.
Kardeşleri tepeye çıkınca onlar da görkemli anıtı gördüler ancak görüş alanında hiçbir elf yerleşkesi olmayınca korkmaya başladılar.
” Ama bu uygun görünmüyor” dedi Kluwe, Loate ile birlikte yüzünü kapayarak gitmişti. ” Ekip-biçmek için geniş bir arazi değil mi? Neden aşağılık elfler toprağı bozup sömürmemişler ki ?” Elf esirlerine (pek çok esir vardı) bu arazide uygunsuz ne bulduklarını sordular. Esarete düşmüş olmalarına rağmen elfler dillerini tutup ova hakkında konuşmadılar. Daha sonra kanatlı devlere korku dolu gözlerle baktılar ve gereksiz konuşmaları arasından Jorrvaskr’in savaşçıları ovanın elflerlerden bile eski olduğunu öğrendiler. Bu konuda ana-taşına işlenmişçesine hiçbir şey söylenemezdi. Ancak bir efsunu çıkarıp atmanın neredeyse Nirn kadar eski olduğu bilinirdi, Lorkhan’ın yıkılmasından önce Mundus’a cenneti verirken tanrıların çabasının kalıntılarıydı bu.
Pek çokların öncüleri olan Jorrvaskr’in mürettebatı, hepimizin ataları, ne hikayelerden ne de tanrılardan korkmadılar. Elflerin korktukları bir şey varsa, bu onların sorunuydu. Bir kez daha işe koyuldular. Menro’nun ve Manwe’nin Atmora ormanında hevesli bir şekilde çalışıp yaptıkları denizleri geçmelerini sağlayan gemiler şimdi barınakları olduğu gibi, bu ova da yegane amaçları olmuştu.
Böylece Ak Çay’ın çevrelediği Büyük Şehir’in yapımına başlanmış oldu. Ysgramor’un sevdiği şanlı Beş Yüz Yoldaş’tan yirmi ikisi bu şerefe nail olmuştu.