Çeviren: Deniz Görmez
Has Kale dayanırdı. Karşısındaki kuvvet ne kadar olursa olsun, Cascabell Hall’ın duvarları düşmezdi fakat bu Menegur için küçük bir teselliydi. O açtı. Aslında, hiç bu kadar acıkmamıştı. Hisarın içindeki kuyu kendisine Dördüncü Çağ’a dek su sağlamaya yeterdi; fakat midesi Menegur’a her dakika yiyeceğe ihtiyacı olduğunu hatırlatıyordu.
Arabalar dolusu yiyecek gözünün önüne geliyordu. Ordusu, Issızkent Kralı’nın kuvvetleri Cascabel Hall’ı terk edip, kendisini artçı muhafız olduğu için kalede bırakırken, onu aylarca idare etmeye yetecek bir araba erzak bırakmışlardı. Onların gidişinden sonraki gece kileri teftiş etti ve yenebilecek hiçbir şeyin olmadığını gördü. Sandık sandık ordunun Rüzgartepe’ye yaptığı akın sırasında ele geçirilen deri zırhlar ile doluydu. Görünüşe göre Kuzeyli arkadaşları hafif mat, tabaklanmış deri parçasının et jölesi ile iyi gideceğini düşünmüşlerdi. Eğer karavanı soyulan Dunmerler bunu öğrenselerdi, gülmekten katılırlardı.
Menegur paralı asker olan arkadaşı olan Aerin’in de bunu komik bulacağını düşündü birden. Her tür hafif zırh konusunda uzman olduğundan, deri zırhlar konusunda kendinden emin bir ifadeyle konuşurdu fakat sertlikleri dolayısıyla diğer deri eşyalara benzer olarak yenemeyeceklerini söyleseydi, oldukça faydalı bir şey yapmış olurdu. Orada olup da bu ironiyi paylaşamaması çok yazıktı. Soğuk Skyrim’de özgürce yaşamak yerine aranan bir kaçak olarak yaşamaya devam etmeyi yeğleyerek, kralın ordusu kaleden ayrılmadan çok önce Rüzgartepe’ye dönmüştü.
Avludaki bütün yabani otlar muhafızın kaledeki on altıncı gününde tükenmişti. Bütün kale tertemiz olmuştu, ot yığınlarının arasındaki çürümüş yumru kökler bulunup tüketilmiş, kontesin yatak odasındaki tozlu bir buket yenmiş, kale duvarlarını işgal eden en kurnazları haricinde neredeyse her bir fare ve böcek aranıp bulunmuş ve yenip yutulmuştu. Kale kumandanının odası, sert, yenmez hukuk kitaplarıyla doluydu. Sadece birkaç ekmek kırıntısı vardı. Menegur taşlardaki yosunları bile kazımıştı. Şüphe kalmamıştı artık: ordusu geri gelip kaleyi kuşatan düşman kuvvetlerini yarana kadar açlıktan ölmüş olacaktı.
“En kötü yanı ise,” dedi, daha kalede yalnız kalışının ikinci gününde kendi kendine konuşma huyu edinen Menegur. “Yiyeceğin çok yakında olması.”
Kale duvarlarının yakınında dönüm dönüm elma ağaçları vardı. Güneş ışığı meyvelerin üzerine kışkırtıcı bir parıltı yayıyor ve zalim rüzgar ona işkence etmek için dayanılmaz kokularını kalenin içine taşıyordu.
Birçok Bosmer gibi, Menegur da bir okçuydu. Uzun ve orta mesafede bir ustaydı fakat kalesini terk edip düşman kampına girmesi halinde uzun süre hayatta kalamayacağını biliyordu. Bir noktada, denemek zorunda olduğunu biliyordu fakat o günden korkuyordu. Simdi gelip çatmıştı o gün.
Menegur kadife kaplamasının tenine dokunduğu sıradaki yumuşaklığını hissederek deri zırhı giydi. Aerin kendisini nasıl savunacağını mükemmel bir şekilde tarif ettiği gibi bu zırhı üzerinde taşırkenki hissi de anlatmıştı.
Gecenin örtüsü altında, Menegur kalenin arka kapısından sinsice, kale kapısını epey ağır bir anahtarla arkasından kilitleyip, dışarı çıktı. Yapabildiği kadar sessizce ağaçlığa kadar ilerledi fakat orada gezmekte olan bir nöbetçi, bir ağacın arkasından geçtiği sırada onu gördü. Sakinliğini koruyarak, Menegur, Aerin’in kendisine söylediği gibi yaparak hareket etmeden önce ilk darbenin karşıdan gelmesini bekledi. Nöbetçinin kılıcı zırh boyunca kaydı ve sola doğru geçip gitti, beraberinde genç adamın dengesini yitirmesine neden olarak. Püf noktası buydu anladığı kadarıyla: darbe almaya hazırlıklı olmalı ve yalnızca çarpma ile birlikte hareket etmeliydiniz, böylelikle üzeri adeta bir zar ile kaplı olan zırhın yara alma tehlikesini savuşturmasını sağlayabilirdiniz.
Aerin’in dediği gibi; düşmanın hareketini düşmana karşı kullan.
Ağaçlıkta birkaç yakın temas daha oldu fakat her bir balta darbesi ve her bir kılıç hamlesi boşa gitti. Kucak dolusu elma ile Menegur kaleye geri koştu, arka kapıyı tekrar kilitledi ve elma ziyafetine daldı.
Haftadan haftaya Bosmer yiyeceğini dışarıdan asırdı. Nöbetçiler yağma zamanlarını tahmin etmeye başladılar fakat o düzensiz bir tarife izleyip saldırıya uğradığında her zaman önce bekleyip darbeyi kabul etmeyi ve sonra dönmeyi aklında tuttu. Bu şekilde Cascabel Hall’deki yalnız geçen nöbetleri boyunca hayatta kaldı.
Dört ay sonra, yine elma aşırmaya hazırlandığı sırada, Menegur ön kapıda yüksek bir feryat duydu. Mazgalların üzerinde grubu güvenli bir mesafeden izlerken, Issızkent Kralı’nın armalarını, müttefiki Cascabel Kontu’nu ve düşmanları Farrun Kralı’nı gördü. Besbelli bir ateşkes sağlanmıştı.
Menegur kapıları açtı ve birbirine karışmış ordular avluya doluştu. Farrun’un şövalyelerinin çoğu, kaleyi savunmada gösterdiği başarı karsısında duydukları hayranlığı ifade etmek ve onu öldürmeye çalıştıkları için iyi niyetli özürlerini sunmak maksadıyla, Ağaçlığın Gölgesi dedikleri bu adamın elini sıkmaya çalıştılar. Bilirsiniz, onlar sadece işlerini yapıyorlardı.
“Ağaçlıkta neredeyse hiç elma kalmamış,” dedi Issızkent Kralı.
“Kenarlardan başladım ve içeri doğru yolumu açtım,” diye açıkladı Menegur. “Duvarların içindeki fareleri dışarı çekmek için yanımda fazladan meyve de getirdim, böylelikle birazcık et de yiyebildim.”
“Geride kalan birkaç ayı ateşkesin detayları üzerinde çalışarak harcadık,” dedi Kral. “Gerçekten yorucu. Sonuçta Kont, kalesinin mülkiyetini tekrar alacak lakin halletmemiz gereken ufak bir sorun var. Sen paralı bir askersin bu nedenle kendi harcamalarından sorumlusun. Eğer bana tabi olsaydın işler değişirdi fakat ortada saygı duyulması gereken eski kurallar var.”
Menegeur başına gelecekleri tahmin etti.
“Sorun şu ki,” diye devam etti Kral. “Buradayken Kont’un mahsullerinden büyük bir miktarı yedin. Mantıklı bir hesaplamayla askerlik ücretine denk hatta onu asan bir miktarda meyve yedin. Bana kalsa, bu zor şartlar altında kaleyi savunmada gösterdiğin üstün başarı hatırına, seni cezalandırmazdım fakat sen de takdir edersin ki ortada uyulması gereken eski kurallar var, değil mi?”
“Tabii ki,” diye cevap verdi Menegur, talihsizliğini kabul ederek.
“Bunu duyduğuma sevindim,” dedi Kral. “Hesaplamalarımıza göre Cascabel Kontu’na otuz yedi İmparatorluk altını borçlusun.”
“Ki bu bedeli, faizi ile birlikte, sonbahar hasadından sonra bizzat, memnuniyetle ödeyeceğim,” dedi Menegur. “Ağaçlıkta söylediğiniz bedeli fazlasıyla karşılayacak meyve var.”
Issızkent ve Farrun Kralları ile Cascabel Kontu Bosmer’e baktılar şaşkınlıkla.
“Kanunun emrettiği eski katı kurallara uymayı kabul ettik ve siz ateşkes ile uğraşırken ben de bir sürü kitap okuma fırsatı elde ettim. 3.Çağ 246’da, IV.Uriel’in hükümdarlığı sırasında, İmparatorluk Konseyi, o karmaşa dolu günlerde Skyrim’deki mülkiyet hakları konusunu açıklığa kavuşturmak amacıyla verdiği kararda: Herhangi bir toprak sahibine bağlı olmayan bir adam eğer bir kaleyi üç aydan daha uzun bir süre işgal ederse, kalenin mülkiyetiyle birlikte, mülkten doğan unvanların da ona geçeceğine hükmetmiş. İyi bir kanun, tabii dışarıdan gelen ve toprağını terk eden toprak sahiplerini caydırmak amacıyla yapılmış.” Menegur gülümsedi, üzerine gelen talihsizliğin simdi karşı tarafta uyandırdığı benzer duyguları düşünerek. “Kanunların emrettiği üzere, ben Cascabel Kontu’yum.”
Artçı muhafızın oğlu hala Cascabel Kontu unvanını elinde tutuyor. Ve İmparatorluktaki en iyi, en lezzetli elmaları yetiştiriyor.