Çeviren: Onur Kurtuluş
Kelmeril Brin’in işlerin nasıl yapılacağıyla ilgili katı kuralları vardı. Aldığı her köleyi, aldığı gün başına buyrukluğuna göre bir saatten üç saate kadar avluda kırbaçlattırırdı. Kullandığı kırbaç –ya da kumandanına kullandırdığı– ıslak ve düğümlenmişti. Devamlı kan akıtır ama sakat bırakmazdı. Onun zevki ve kibri yüzünden birçok köle, birden çok defa kırbaçlanmak zorunda kalmıştı. İlk günlerinin anısı ve diğer kölelerin ilk günlerine şahit olma durumları, hayatları boyunca devam etti.
Brin, ilk Orman Elfi’ni getirdiği zaman kumandanına onu bir saat kırbaçlamasını emretti. Brin’in Dob adını verdiği varlık, kölelerinin çoğunu oluşturan Argonyalı, Khajiit ve Orklardan çok daha nazik görünüyordu. Dob’un madenlere veya tarlalara ait olmadığı aşikardı ama hizmetçilik için yeterli gösterişe sahip görünüyordu.
Dob, işini sessizce ve oldukça iyi bir şekilde yaptı. Brin bazen yemeği reddederek onu düzeltmek zorunda kalıyordu ama daha öteye gitmesine hiç gerek kalmamıştı. Ziyaretçiler geldiğinde, Brin’in egzotik ve zarif görünen hizmetçileri, onları her daim fazlasıyla etkilerdi.
Tam Dob ona şarap servis ettiği sırada, “Oradaki, sen” dedi Indoriil Hanesi’nin küçük ama asil üyesi Genethah Illoc. “Köle olarak mı doğdun?”
“Hayır, efendim.” dedi reverans yaparak Dob. “Yollarda sizin gibi güzel leydileri soyardım.”
Tüm konuklar zevk içinde güldü ama Kelmeril Brin, Dob’u aldığı köle tacirine sordu ve bu hikayenin doğru olduğunu öğrendi. Orman Elfi, zamanında hayduttu ama yakalanıp kölelik cezasına çarptırılana kadar fazla bir üne sahip değildi. Dob gibi üstlerine karşı hep saygılı olan birinin, bir suçlu olması olağandışı gözüküyordu. Brin olanlar hakkında soru sormaya karar verdi.
“Tüm o seyyah ve tüccarları soyarken belli bir tür silah kullanmış olmalısın” diye güldü Brin, paspas yapan Dob’u izlerken.
“Evet, efendim” diye mütevazı şekilde karşılık verdi Dob. “Bir yay.”
“Elbette. Siz Orman Elfleri, onları çok iyi kullanıyor olmalısınız.” Bir dakika düşündü ve sordu: “Az da olsa nişancıydın, değil mi?”
Dob mütevazı şekilde başıyla onayladı.
“Oğlum Wodilic’i okçulukta eğiteceksin.” dedi sahip bir dakikalık beklemeden sonra. Wodilic, on iki yaşındaydı ve Brin’in ölen karısı olan annesi tarafından çok şımartılmıştı. Çocuk, kılıç kullanmada başarısızdı, kesilmekten korkuyordu. Babasının gururunu incitmişti ama kişiliğindeki eksiklikler, yayı onun için ideal kılıyordu. Brin, komutanına güzel yapılmış bir yay ve birkaç sadak ok aldırdı. Ayrıca evin yanındaki yabani bitkilerin olduğu yere hedefler sipariş ettirdi. Birkaç gün sonra dersler başladı.
İlk birkaç gün sahip, kölenin öğretmeyi bilip bilmediğinden emin olmak için Wodilic ve Dob’u izledi. Çocuğun, kavramayı ve farklı duruşları öğrendiğini görünce mutlu oldu. Ama işle ilgili şeyler daha öncelikliydi. Brin’in sadece derslerin devam ettiğini görme şansı oluyordu ama nasıl ilerlediklerini bilmiyordu.
Son kontrolün üstünden bir ay geçmişti. Brin ve kumandanı, tarlaların getirileri ve giderlerini gözden geçiriyorlardı. Sıra evin çeşitli harcamalarına gelmişti.
“Alandaki hedeflerden kaç tanesinin tamire ihtiyacı olduğuna da bakmalısın.”
“Onları önceden hallettim, efendim.” dedi kumandan. “Hiçbirinde sorun yok.”
“Bu nasıl olabilir ki?” Brin başını salladı. “Hedeflerin, birkaç iyi atıştan sonra parçalandığını gördüm. Bir aylık dersten sonra geriye hiçbir şeyin kalmaması gerekirdi.”
“Hedeflerde bir delik bile yok, efendim. İsterseniz kendiniz bakın.”
Bunlar olduğu zaman okçuluk dersi devam ediyordu. Brin, tarlaları geçti. Dob’un, göğe nişan alması için Wodilic’in kolunu yönlendirdiğini gördü. Ok, kavis çizerek hedefin üstünden uçtu ve yere gömüldü. Brin, hedefleri inceledi ve kumandanın söylediği gibi hasarsız buldu. Bir ok bile değmemişti.
“Sahip Wodilic, sağ kolunuzu daha aşağıya çekmelisiniz” diyordu Dob. “Okun yükseklik kazanmasını istiyorsanız bunu yapmalısınız.”
“Yükseklik mi?” dedi kızarak Brin. “Peki ya isabet? Ölmüş kuşların sayısındaki artışı hesaba katmazsak oğluma nişancılık hakkında hiçbir şey öğretmedin.”
Dob mütevazı bir şekilde eğildi. “Efendim, Sahip Wodilic’in isabeti düşünmeden önce silaha alışması gerekiyor. Yeşilyurt’ta hedefleri vurmaya çalışmadan önce atışın farklı yerlerde, farklı rüzgarlarda nasıl olduğunu izleyerek öğrenirdik.”
Brin’in yüzü öfkeden mora döndü: “Ben aptal değilim! Oğlumun eğitimi için bir köleye güvenmemem gerektiğini bilmeliydim!”
Sahip, Dob’u yakaladı ve onu eve doğru götürdü. Dob, başı aşağıda, mütevazı bir şekilde, ayaklarını sürüyerek yürüdü ve öğrendiği ev işlerine döndü. Wodilic’in gözlerinden yaşlar akıyordu, peşinden gitmeye çalıştı.
“Kal ve alıştırma yap!” diye kükredi babası. “Hedefin kendisine nişan al, göğe değil! Bu hedeflerden birini vurana kadar eve gelmeyeceksin!”
Çocuk, gözleri yaşlı bir şekilde alıştırma yapmaya döndüğü sırada Brin, Dob’u avluya getirdi ve kırbacını istedi. Dob birden fırladı ve avludaki varillerin arasına saklandı.
“Cezanı çek, köle! Seni aldığım gün sana merhamet göstermemeliydim!” diye bağırdı Brin. Kırbacını alıp defalarca Dob’un sırtına vurdu. “Seni güçlendirmem gerekiyor. Artık öğretmenlik ve uşaklık gibi yumuşak işler yok sana!”
Wodilic, çayırdan yakınarak bağırdı: “Yapamıyorum! Baba, vuramıyorum!”
“Sahip Wodilic!” diye haykırdı Dob avazı çıktığı kadar. Sesi, acıyla yoğrulmuştu. “Sol kolunuzu düz tutun ve ufaktan batıya doğru nişan alın! Rüzgar değişti!”
“Oğlumun kafasını karıştırmayı bırak!” diye bağırdı Brin. “Çeltik tarlalarına gideceksin, tabii seni ölene kadar dövmezsem! Hak ettiğin gibi!”
“Dob!” diye feryat etti çocuk uzaklardan. “Hala vuramıyorum!”
“Sahip Wodilic! Dört adım geriye atın, batıya nişan alın ve yükseklik vermekten korkmayın!” Dob, varillerin arasından çıktı ve duvarın yanındaki at arabasının altına saklandı. Brin onu kovaladı, yağmur yağıyordu.
Çocuğun oku hedefin üstünden tırmanmaya başladı ve mükemmel bir açıyla aşağıya inmeden önce, evin kenarında zirveye ulaştı. Brin vurulduğunu anlamadan önce kan tadı aldı. Büyük bir dikkatle elini kaldırdı ve okun başının ensesinden dışarıya çıkmış olduğunu hissetti. At arabasının altındaki Dob’a baktı ve kölenin yüzünde ufak bir gülümseme gördüğünü düşündü. Ölmeden önce Brin, o haydut Dob’ın yüzünü görmüştü.
“Tam isabet, Sahip Wodilic!” diye sevinçle haykırdı Dob.