Çeviren: Enes Yetiş
Bal Fell’in kalabalık ve kuru sokaklarında yürüyordu, bir sürü yabancının arasına karışmış olmaktan memnundu. Vivec’in rıhtımlarındayken, fark edilmeden yürümesi imkânsızdı. Orada yağmacı olarak biliniyordu ama burada, herhangi biri olabilirdi. Alt sınıf bir seyyar satıcı belki. Ya da sıradan bir talebe. Bazıları, “Bu şehre yabancı olduğunuzu öğrenmek için illa size kaba davranmamız gerekmiyor.” diyerek ona yol bile veriyordu.
Seryne Relas herhangi bir tavernada olamazdı ama buralarda bir yerlerdeydi, belki bir gecekondu penceresinin ardında egzotik bir karışım ya da bir iksir bulabilme umuduyla çöp yığınlarını karıştırıyor olabilirdi. Kadın büyücülerin yöntemlerini çok az bilirdi ama bildiği bir şey varsa o da onların sürekli sıra dışı bir şeyler yapmaya meyilli olduklarıydı. Bu önyargılı düşüncesi yüzünden, neredeyse kuyudan su içen kadını fark etmeden yanından geçip gidecekti. Sıradan olacak belki ama görünüşünden anladığı kadarıyla bu kadın büyük büyücü kadın Seryne Relas’ın ta kendisiydi.
“Eğer bana suda nefes almanın sırrını öğretirsen, karşılığında sana para veririm.” dedi kadına.
Kadın döndü, yüzünden su damlaları akarken, tuhaf bir şekilde sırıtıyordu. “Suda nefes almıyorum. Sadece susuzluğumu gideriyorum.”
“Dalga mı geçiyorsun,” dedi adam sert bir şekilde. “Sen ya Seryne Relas değilsin ya da osun ve bana suda solumayı öğreteceksin. Üçüncü bir seçenek yok.”
“Suda nefes almayı öğreneceksen madem, evvela her zaman daha fazla seçenek olduğunu öğrenmen gerekiyor evlat. Başkalaşım Okulu tamamen seçenekler üzerine kuruludur, alınyazısını değiştirme, bir şeyleri en fazla ne olabilecekse ona dönüştürme. Belki ben Seryna Relas değilim ama sana suda solumayı öğretebilirim,” dedikten sonra ağzını sildi. “Ya da belki ben Seryne Relas’ım ve sana hiçbir şey öğretmem. Hatta belki sana öğretirim ama sen öğrenemezsin.”
“Öğreneceğim,” dedi kısa keserek.
“Niçin kendine Büyücüler Loncası’ndan bir suda soluma iksiri ya da büyüsü satın almıyorsun?” diye sordu. “Genelde bu şekilde yaparlar.”
“Yeterince güçlü değiller,” dedi. “Suyun altında daha uzun süre kalmalıyım. Parası neyse veririm ama asla sorgu sual istemiyorum. Bunu bana senin öğretebileceğini söylediler.”
“Adın nedir, evlat?”
“İşte bu bir soru,” diyerek yanıt vermeyi reddetti. Adı Tharien Winloth’du ama Vivec’de ona Tahsildar derlerdi. Yaptığı iş, iş dönüşü rıhtıma gelen adamlarından belli bir yüzde alıp bunu Camonna Tong’daki patronuna götürmekti. Bu yüzdenin içinden de başka bir yüzde kendisine kalıyordu ama bu çok az bir miktardı. Kendisine ait altını ya da değerli bir eşyası yoktu. Olan bütün parasını da Seryne Relas’a verdi.
Dersler hemen o gün başladı. Büyücü kadın “evlat” diye hitap ettiği öğrencisini sığ bir deniz kıyısına getirdi.
“Sana güçlü bir suda soluma büyüsü öğreteceğim,” dedi. “Ama bu konuda ustalaşman gerekiyor. Bütün büyülerde olduğu gibi, ne kadar pratik yaparsan o kadar iyi olursun. Bu bile yetmez. Gerçek bir ustalığa erişebilmek için, ne yaptığını biliyor olman gerekir. Bu mükemmel şekilde kılıç sallamaya benzemez — ne yaptığına ve niçin yaptığına çok iyi karar vermen gerekiyor.”
“İçgüdü diyelim,” dedi Tharien.
“Tabi, öyle diyelim,” dedi Seryne gözlerini kapatarak. “Ama şunu bil ki Başkalaşım büyüleri tamamen DIŞ güdüsel bir şeydir. Sınırsız olasılıklar, gökyüzünü bükme, boşluğu yutma, zaman ile dans etme, ateşin üzerine buz koyma, mantıksız olan her şeyi mantıklı yapma. Öncelikle evrenin kanunlarını iyice öğrenip, daha sonra onları tersyüz etmelisin.
“Kulağa çok… Zor geliyor,” diye yanıtladı Tharien, yüzünü ekşitmemek için uğraşarak.
Seryne suyun kenarına yüzen bir gümüş balığını işaret etti: “Onlara göre öyle değil bak. Rahatlıkla suda soluyabiliyorlar.”
“Ama bu büyü değil ki.”
“Büyü ya da değil evlat, ben de bunu anlatmaya çalışıyorum.”
Birkaç hafta boyunca, Seryne öğrencisini eğitti, yaptığı şeyin ne olduğunu ve niçin yaptığını daha iyi anladıkça, suyun altında daha uzun süre soluyabiliyordu. Su altında arzu ettiği kadar kalabilmeyi başardıktan sonra, büyücü kadına teşekkür ederek onunla vedalaşmak istedi.
“Sana öğreteceğim son bir şey daha var,” dedi. “Sadece arzulamak tek başına yeterli değil. Bunda ne kadar iyi olursan ol ya da ne kadar arzularsan arzula, dünya senin yaptığın büyüye direnip onu tüketecektir.”
“Bu son dersi öğrenmesem de olur,” dedi ve aceleyle Vivec’e doğru yola çıktı.
Rıhtımlar pek değişmemişti, aynı koku, aynı sesler, aynı karakterler. Arkadaşlarından öğrendiğine göre, patronu yeni bir Tahsildar işe almıştı. Halen yağmalamak için Morodrung adlı gemiyi bekliyorlardı, ancak onu görme umutları çoktan tükenmişti. Tharien geminin gelmeyeceğini biliyordu. Çünkü uzun zaman önce rıhtımdan, geminin açıklarda battığını görmüştü.
Kamersiz bir gecede, büyüsünü yaptı ve pembe renkli azgın sulara daldı. Kitapların şarkı söylediği, yeşilin mavi olduğu, suyun havaya dönüştüğü, yediği her darbenin ve teknenin kendisini hazine ile dolu gemi enkazına yaklaştırdığı uçsuz bucaksız olasılıklar dünyasını aklından çıkarmıyordu. Derinlere daldıkça bir Efsun huryasının etrafını sardığını hissetti. Ansızın, ileride Morodrung’un puslu siluetini gördü, geminin yelkenleri derinlerdeki su akıntısıyla birlikte kabarmıştı ve dalgalanıyordu. Yüzeye çıkmaya yetecek kadar bir süre boyunca, gerçekliği bozabilirdi, ancak bu süre gemiye ulaşabilmesi için yeterli değildi.
Bir sonraki gece, tekrar daldı ve bu defa büyüsü daha güçlüydü. Enkazı daha net görebiliyordu, her tarafı lekelerle ve tortuyla kaplanmıştı. Kayalıklara çarpmasının sonucunda gövdesinde oluşan büyük delikten, altınların pırıltısı son derece davetkar görünüyordu. Bu sırada gerçeklik tekrar kendini gösterdi ve yine yüzeye çıkmak zorunda kaldı.
Üçüncü gece, ara güverteye ulaşmayı başardı. Davul gibi şişmiş ve balıklar tarafından ısırılıp parçalanmış denizcilerin yanından geçti, donuk bakışlı gözleri pörtlemiş, ağızları genişçe açılmıştı. Bu büyüyü bir bilselerdi, diye düşündü ancak kırılmış sandıklardan etrafa saçılmış olan altınlar zihninde daha fazla yer ediyordu. Ceplerine doldurabildiği kadarını yanında götürmeyi düşünürken, demirden bir kutu dikkatini çekti ve buradaki hazineden çok daha değerli göründü gözüne.
Duvarda bir dizi anahtar vardı. Hepsini tek tek kilitli kutuda denedi ancak hiçbiri kutuyu açmadı. Lakin anahtarlardan bir tanesi kayıptı. Thalien kamaranın içinde anahtarı aradı. Nerede olabilirdi? Cesetlerden birinin demir kutuya çok yakın durduğunu fark etti. Dikkatli bakınca, suda asılı bir şekilde süzülen bu cesedin avucunda bir şey tuttuğunu ve elinin sımsıkı kapalı olduğunu fark etti. Anahtarı tutuyordu. Belli ki gemi su almaya başladığında, bu adam demir kutuya koşmuş ve onu açmak istemişti. İçinde her ne varsa, çok değerli olmalıydı.
Thalien denizciden anahtarı aldı ve kutuyu açtı. İçi kırık cam parçalarıyla doluydu. Katı bir şeye rastlayana kadar içini araştırdı ve içki şişesine benzeyen iki küçük şişe buldu. Alkolik denizcinin ne kadar aptal olduğunu düşünerek gülümsedi. Morodrung’da içki, bir denizci için bütün hazinelerden daha değerlidir tabi.
Sonra, Thalien aniden acımasız gerçekliğin farkına vardı.
Dünyanın, yaptığı büyüye karşı olan bitmek tükenmek bilmeyen gaddar direnişini tamamen unutmuştu. Suda soluma büyüsü gücünü yitiriyordu. Artık ne yüzeye çıkmaya, ne de herhangi bir şey yapmaya vakti kalmıştı. Çaresizce denizin soğuk ve tuzlu suyunu ciğerlerine çekti.
Birkaç gün sonra, rıhtımda çalışan yağmacılar eski Tahsildar’ın cesediyle karşılaştılar. Vivec’de suda bir ceset bulmak pek kayda değer bir olay değildir, ancak yağmacıların üzerinde tartışıp bahis tuttukları konu şuydu; adam nasıl oldu da elinde iki şişe suda soluma iksiri taşırken, boğularak öldü?