Çeviren: Mehmet Kardaş
Bu ne cüret? Ne hakla babamı tutuklarsın?” diye bağırdı Leydi Jyllia. “Ne yaptı ki?”
“Eski Oloine dükü ve Camlorn’un Kralı’nı tutuklamaya bir İmparatorluk Kumandanı ve Büyükelçisi olarak hakkım var,” dedi Lord Strale. “Bu Tamriel İmparatoru’nun her eyalet otoritesini aşan bir yetkisi.” Gyna ileriye çıktı ve elini Jyllia’nın kolunun üzerine koymaya çalıştı ama kız onu soğukça tersledi. Artık boşalmış olan toplantı odasında, tahtın ayağının dibinde sessizce oturdu.
“Bu genç hanım bana gelip, hafızasının tamamen geri geldiğini söyledi. Ama bana anlattığı hikaye inanılmazın da ötesinde olunca ben de güvenmekte zorlandım,” dedi Lord Strale. “Fakat kendisi bundan o kadar emindi ki araştırmak zorunda kaldım. Bu yüzden yirmi yıl önce sarayda olup da gerçeği biliyor olabilecek herkesle konuştum. Elbette Kral ve Kraliçe öldürülüp, Prenses ortadan kaybolduğu zaman bir araştırma yapılmıştı ama bu sefer farklı sorular soracaktım. İki küçük kuzen Leydi Jyllia Raze ve Prenses arasındaki ilişki hakkında.”
“Herkese tekrar tekrar anlattım, hayatımın o zamanı ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum,” dedi Jyllia gözünde yaşlar birikirken.
“Hatırlamadığını biliyorum. Korkunç bir cinayete tanıklık ettiğini ya da sonrasında unuttuğunu hiçbir zaman düşünmedim zaten,” dedi Lord Strale, Gyna’ya doğru eğilerek. “Her şey yerli yerine oturuyor. Saray hizmetçileri ve diğer insanlardan duyduklarıma göre küçük kızlar birbirlerinden ayrılmayacak kadar yakındılar. Başka oynayacak kimse olmadığı ve Prenses’in ebeveynlerine yakın olması gerektiği için Leydi Jyllia’da yanında olmalıydı. Ama cinayet işlendiğinde Kral ve Kraliçe yatak odasındayken kızlar taht odasında oynuyordu.”
“Hafızamın geri gelmesi kilitli bir kutuyu açmak gibi bir şeydi,” dedi Gyna vakur bir şekilde. “Her şey öylesine açık ve detaylı bir şekilde gözlerimin önüne gelmişti ki, sanki her şey yirmi yıl önce değil de dün olmuş gibiydi. Taht odasında İmparatoriçeyi oynuyordum, sen de sözde seni gönderdiğim zindandaymışsın gibi kürsünün arkasına saklanmıştın. Daha önce hiç görmediğim bir adam hızla yatak odasında çıkmıştı. Elindeki bıçak kanla kaplıydı. Üzerime doğru geldi, ben de kaçtım. Kürsüye doğru koştuğumu hatırlıyorum. Ama senin yüzünü görünce korkudan donakaldım. Onu sana doğru yönlendirmek istemediğimden pencereye doğru koştum.
“Daha önce de sadece eğlenmek için kalenin dış duvarlarına tırmanmıştık. İşte o uçurumun kenarında tutunurken de aklıma ilk bu gelmişti. Sen ve ben kale duvarındayız, Kral beni çağırıyor, nasıl aşağı ineceğimi söylüyor. Ama o gün tutunamadım. Çok fazla titriyordum. Öylece aşağıdaki nehre düştüm.
“Sadece gördüklerimin dehşetinden mi yoksa suyun soğukluğunun da katkısıyla mı bilemiyorum, birdenbire her şey karardı. Millerce uzakta nehirden dışarı çıktığımda kim olduğumu bilmiyordum. Ta ki,” diyerek gülümsedi Gyna. “Şimdiye kadar.”
“Yani sen Prenses Talara’sın?” diye ağlamaklı bir şekilde konuştu Jyllia.
“Buna cevap vermeden önce sana birkaç şeyi daha açıklayayım. Çünkü cevabın bu kadar aşikar söylenmesi benim olduğu gibi senin de aklını karıştıracaktır,” dedi Lord Strale. “Katil saraydan kaçamadan yakalanmıştı – ama zaten bunu biliyor olmalıydı. Saray Ailesini öldürdüğünü hemen itiraf etti. Dediğine göre Prenses kendini öldürmek için camdan atlamıştı. Aşağılarda olan uşaklardan biri de bir çığlık duymuş ve pencerenin önünden geçen birini görmüştü, yani anlattıkları doğru olmalıydı.
“Birkaç saat sonra dadı Ramke, Leydi Jyllia’yı kürsünün arkasında tozla kaplanmış, korkudan titrerken ve konuşamaz halde saklanırken bulmuştu. Ramke sana karşı çok iyiydi,” dedi Strale Jyllia’ya başını sallayarak. “Seni hemen odana gönderip, Oloine Düküne Saray Ailesinin öldüğüne ve kızının cinayeti görüp hayatta kaldığına dair haber yolladı.”
“Şimdi biraz hatırlar gibiyim,” dedi Jyllia merak içinde. “Yatakta uzandığımı ve Ramke’nin beni sakinleştirmeye çalışmasını hatırlıyorum. Kafam öyle karışıktı ki konsantre olamıyordum. Neden bilmiyorum ama hala oyun zamanı olmasını umuyordum. Sonra da alınıp o akıl hastanesine götürüldüm.”
“Hepsini yavaş yavaş hatırlayacaksın,” diye gülümsedi Gyna. “Söz. Ben de böyle hatırlamaya başlamıştım. Bir detayı hatırladım sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi.”
“Bu kadar,” Jyllia sinirli bir şekilde hıçkırmaya başladı. “Kafamın karışık olmasından başka bir şey hatırlamıyorum. Hayır, bir de ben götürülürken babamın yüzüme bile bakmamasını hatırlıyorum. Ama ne onu ne de başka bir şeyi umursamıyordum.”
“Herkes için karışık bir dönemdi, özellikle de küçük kızlar için. Özellikle de siz ikinizin anlattıklarını yaşamış olan kızlar için,” dedi Lord Strale sempatik bir biçimde. “Anladığım kadarıyla Dük Ramke’den mesajı alır almaz Oloine’deki sarayını terk etti ve seni zor dönemini atlatman için o yere gönderdi. Sonra da özel muhafızlarını katili sorgulamak için görevlendirdi. Katil itiraf edip de, ondan sonra kaçarken öldüğünde yanında sadece özel muhafızları ve Dükün kendisi olduğunu duymam, bunun önemli bir ayrıntı olduğunu fark etmeme sebep olmuştu.”
“O zaman orada olduğunu bildiğim Lord Eryl’le konuştum ve elimde olduğundan daha fazla kanıt olduğuna dair yalan söyledim. Tehlikeli bir şey yapmış olmama rağmen umduğum yanıtı aldım. En sonunda doğru olduğunu düşündüğüm şeyi itiraf etti.”
“Katil,” dedi Lord Strale bir an duraksayıp, istemeden Jyllia’nin gözlerine bakarak, “Oloine Dükü tarafından Prenses de dahil Kraliyet ailesini öldürmesi, böylece tacın ona ve çocuklarına geçmesini sağlamak için tutulmuştu.”
Jyllia donakalmış bir şekilde Lord Strale’e baktı. “Babam -“
“Katile, Dük onu yakaladıktan sonra ödeme yapılacağı ve hapisten kaçmasına izin verileceğine dair güvence verilmişti. Ama adam açgözlü olmak için yanlış bir zamanı seçti ve daha fazla altın koparmaya çalıştı. Dük onu susturmanın daha ucuza geleceğini düşünmüş olmalı ki adamı öldürdü. Böylece kimseye ne olduğunu anlatamayacaktı,” diye iç geçirdi Lord Strale. “Cinayetle kıyaslanırsa pek de trajik değil. Birkaç yıl içinde sen hastaneden biraz sarsılmış ama iyi bir durumda döndün ama çocukluğuna dair bazı şeyleri hatırlamıyordun. O sırada da eski Oloine Dükü kardeşinin yerini alıp Camlorn Kralı olmuştu. Göz ardı edilebilecek bir şey değil.”
“Hayır,” dedi Jyllia sessizce.
“Çok meşguldü o. Tekrar evlendi ve başka bir çocuğu daha oldu. Hastanede beni Ramke’den başka ziyaret eden olmamıştı.”
“Eğer seni ziyaret edip görseydi,” dedi Gyna. “Olaylar daha farklı gelişebilirdi.”
“Nasıl yani?” diye sordu Jyllia.
“En şaşırtıcı kısım burası,” dedi Lord Strale. “Sorun Gyna’nın Prenses Talara olup olmadığı. Hafızası geri gelip bana olanları anlattığında bazı kanıtları birleştirdim.
“İkiniz de yirmi yıl boyunca farklı hayatlar sürmüş olmanıza rağmen birbirinize oldukça benziyorsunuz.”
“Cinayet sırasında, daha önce oraya hiç gelmemiş olan katil tahtın yanında hedefi sandığı tek bir kız gördü.
“Lady Jyllia’yı bulmuş olan kadın pek sağlam bir aklı olmayan, kendini görevine adamış ve kaybolan çocuğun kendi küçük kızı olduğunu kabullenemeyecek dadı Ramke’ydi. Seni hastanede ziyaret eden dadı, hem Prenses Talara hem de Lady Jyllia’yı tanıyan tek kişiydi.
“Son olarak,” dedi Lord Strale, “Beş yıl geçip hastaneden saraya döndüğünde de büyümüş genç bir kız olmuştun. Ailenin düşündüğü kadar olmasa da tanıdık geliyordun doğal olarak.”
“Anlamıyorum,” diye ağladı kız gözleri sonuna kadar açılmış bir şekilde çünkü birden anlamıştı. Artık anılar korkunç bir sel gibi canlanıyordu.
“Sana şöyle açıklayayım,” dedi kuzeni ellerini kızın omuzlarına koyarak. “Artık kim olduğumu biliyorum. Benim gerçek adım Jyllia Raze. O tutuklanan adam, Kral’ı öldüren benim babamdı. SEN ise Prenses Talara’sın.”