Çeviren: Enes Yetiş
Sevgili okuyucu: Okumakta olduğunuz eser birçok kez kopyalanıp çoğaltılmıştır. Bahsi geçen hikaye İmparatorluk bölgesinde kulaktan kulağa yayılmış olabilir. Ancak bu sizi yanıltmasın – birazdan okuyacaklarınızın hiçbirisi hayal ürünü değildir. Bu mecmuada sıralanmış olan olayların hepsi yaşanmış olaylardır ve olayın kahramanlarından birinin kişisel günlüğünden elde edilmiştir. Sözü edilen günlük, şu anda Balyozyurt’daki Kalemler Evi’nde muhafaza edilmektedir. Ayrıca olaylar, bu kitabın basıldığı tarihten yaklaşık bir sene öncesinde vuku bulmuştur.
– Ashad Ibn Khaled, High Scribe, Kalemler Evi, Balyozyurt
————————
Dokuz gün geçti. Zincirlerimden kurtulduğum günden bu yana dokuz gün. Dokuz gün geçti, beni tutsak edeni bileğimdeki zincirle boğduğumdan bu yana. Ve dokuz gün geçti, gecenin ortasına dalıp arkama bile bakmadan kaçtığım günden bu yana. Gözlerim ve kulaklarım hep tetikte.
Ancak içinde bulunduğum açmazın daha iyi anlaşılabilmesi için, öncelikle nereden geldiğimin ve bu hikayenin nasıl başladığının bilinmesi gerekir.
Adım Hadrik Oaken-Heart ve ben onurlu bir kuzeyliyim. Çekirdekten yetişme bir skaldım ve mesleki eğitimimi Issızkent’de Ozanlar Koleji’nde aldım. Yıllar boyu, dört bir yana seyahat ederek, müzisyenlik ve şairlik yaparak geçimimi sağladım, hatta bir müddet çeşitli mevkibeylerinin himayesinde ordularda savaş müzisyenliği yaptım.
Ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer ozan olmasaydım, şu anda içinde bulunduğum duruma asla düşmezdim.
Her şey büyük İlahların Dokuzuncusu olan, Skyrim halkının sevgili tanrısı Talos hakkında şarkılar söylememle başladı. Meğer Thalmor için o kadar da sevgili bir tanrı değilmiş.
Ah evet, Thalmor. Bugünlerde Skyrim’de nezle kadar yaygınlar ve bir o kadar da rahatsız ediciler. Veya gerçek etkileri ve güçleri ortaya çıkana kadar ben öyle düşündüm.
Bilmeyenler için söyleyeyim, Thalmor, Skyrim’in halihazırda onurlu “misafirleridir” – Büyük Savaş sırasında bizleri yeryüzünden silmeyi marifet saymayacak ince düşünceli olan, Aldmeri Hükümdarlığı’nın ulu elfleri.
Ancak, bütün Kuzeylilerin bildiği gibi, perde arkasında Thalmor inceliğinin korkunç bedelleri vardır. Bunlardan bir tanesi olan Ak Altın Anlaşması – halklarımız arasında yapılan barış antlaşması – Talos’a ibadet etmeyi yasaklar. Bir adamın iyiliğe ve ibadete yönelmesi Thalmor’a göre mantık dışı bir şey. Böylece, Talos’a ibadet etmek Skyrim’de kanunlara aykırı sayıldı ve bu kural özellikle Thalmor etkisinin somut olarak hissedildiği şehirlerde, yani benim tabirimle imparatorluğun kendini güvenceye aldığı şehirlerde, katı bir şekilde uygulandı.
Bu şehirlerden birindeydi – Markarth’taydi tam olarak – Talos ibadetinin yasaklanmasını inkar ettiğim mekan. Ve ben inkarımı nasıl dillendirdim dersiniz? Tabi ki bir şarkı ile. Başka ne olabilir? Zamanının büyük bir kısmını orijinal bir çalışmaya şarkı sözü yazma ve prova etmeyle geçiren bir ozandan başka ne beklenir ki? Ben de öyle yaptım ve şarkımı söyledim. Bir defa, iki defa da değil, tam yedi defa. Bütün bir hafta boyunca her gün bir kez.
Benim meslektaşlarımın çoğunun haberdar olmadığı bir şey var ki o da şudur: Skyrim’deki Thalmor’un hepsi de aynı duruma ve aynı amaca hizmet etmez. İşin aslı, gölgelerde gizlice icraatlarda bulunan bir grup vardır – kurallara karşı gelen ve yüce Talos’a tapmaya devam eden Kuzeyliler için pusuda beklerler. Bunlar Yargıçlardır ve görevleri, Ak Altın Anlaşması’nın en korkunç maddesini zorla da olsa uygulatmaktır.
Ve böylece bir gün, şarkımı sekizinci defa icra etmek için fırsat bulduğumu sanıyordum. Ne yazık ki, yanılmışım. Meğer Yargıçlar beni izliyor ve uygun bir anı bekliyorlarmış. Sabahın bir köründe başıma siyah bir poşet geçirildi, son derece rahatsız bir at arabası yolculuğu yaparken meymenetsizin biri de “yeni ev”imi çok beğeneceğimi söyleyip duruyordu. Bir tür gizli Thalmor hapishanesi veya bir tutukevinden bahsettiğini tahmin etmek zor değildi. İçimi bir korku kapladı. Ya gideceğim yerden bir daha sağ çıkamazsam?
İşte tam o anda kaçmam gerektiğine karar verdim. Ne olursa olsun – hatta teşebbüsüm sırasında ölsem dahi – beni esir alanların elinden sıyrılıp kurtulmalıydım. Cinlerin cirit attığı bir Thalmor hapishanesinde ölene kadar çürümekten çok daha iyidir.
Nihayet at arabası kamp yapmak için durduğunda elime bir fırsat geçti. Thalmor muhafızlarının iki tanesi ormana avlanmaya gittiler ve beni diğeriyle yalnız bıraktılar. Böylece, planımı uygulamak için bir şans yakaladım.
Şimdi o olaylardan dokuz gün sonra düşünüyorum, ne kadar da aptallık etmişim. Şarkıyı bir kere söylemeseydim ne olurdu yani? Veya iki kere? Ya da hiç söylemeseydim? Kuzeyli gururumu ve inadımı bir kenara bırakıp da, Thalmor’un mevkibeyleri üzerindeki gerçek gücünü ve etkisini bizzat görmeseydim ne olurdu sanki?
Yok. Olmazdı. Şimdi de kaçıp duruyorum işte. Tazıdan kaçan tavşan gibi kaçıyorum. Sürekli yer değiştirerek, nadiren dinlenerek ve hiç uyumayarak, ancak her hareketimde Thalmor’un nefesini ensemde hissederek. Nereye giderim? Nasıl kurtulurum onlardan? Açıkçası hiçbir fikrim yok. Kesin olarak bildiğim tek bir şey var: Eğer Aldmeri Hükümdarlığı’nın ajanları ruhunu alamazlarsa, bu sefer canını alırlar.
Benim adım Hadrik Oaken-Heart ve ben onurlu bir kuzeyliyim. Beni unutmayın. Çünkü yakında ölmüş olacağım.