Çeviren: Deniz Görmez
Birkaç gün boyunca, arkadaşlarından ayrılmanın verdiği acının ağırlığını hissetti omuzlarında. Fakat ikinci haftayla beraber biraz neşelendi. Tekrar yolda olmaktan hoşlandığını fark etti, ancak Straw’un arkadaşlığını tahmin ettiğinden daha fazla özlüyordu. Bir Kızılmuhafız bölüğü onlara eşlik ediyordu ki, beraber yolculuk yaptığı tüccar kervanlarının eskortlarından daha disiplinli ve terbiyeli olsalar da Barenziah onların yanında kendini rahat hissediyordu. Güler yüzlüydüler fakat bütün kur yapma denemelerine karşı saygılı ve mesafeli davranıyorlardı.
Symmachus, bir kraliçenin asil şerefini her zaman koruması gerektiğini söyleyerek, onu gizlice azarladı.
“Yani hiç eğlenemeyeceğimi mi söylüyorsun?” diye sordu somurtarak.
“Doğru. Bunlar gibi insanlarla asla. Onlar senden aşağıda. İtibar sahibi olanların yakınlığı arzu edilir, Leydim. Laubalilik değil. İmparatorluk Şehri’nde olduğumuz sürece iffetli ve gösterişten uzak kalacaksınız.”
Barenziah yüzünü buruşturdu. “Belli mi olur belki Karafundalık Kalesi’ne geri dönerim. Elfler yaradılışlarından pek seçici değillerdir, bilirsiniz. Herkes öyle der.”
“‘Herkes yanılıyor o zaman. Bazıları öyledir, bazıları değildir. İmparator — ve ben — hem fark gözetmenizi hem de zevkli olmanızı bekliyoruz. Hatırlatmama izin verin Ekselansları, Matemhisar tahtını kan hakkıyla değil yalnızca Tiber Septim’in arzusu doğrultusunda elinizde tutuyorsunuz. Eğer uygun olmadığınıza karar verirse hükümranlığınız başlamadan biter. Zekayı, itaatkarlığı, fark gözetmeyi ve tam bir sadakati tam tayin ettiklerinde zorunlu tutar ve iffet ile mütevazılık bir kadında en beğendiği özelliklerdir. Davranışlarınız da iyi kalpli Drelliane’i örnek almanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Leydim.”
“Seve seve Karafundalık’a geri dönerdim!” diyerek terslerdi Barenziah öfkeyle, erdemlilik taslayan, soğuk Drelliane’i herhangi bir şekilde taklit etme düşüncesine alınarak.
“Bu bir seçenek değil. Ekselansları. Eğer Tiber Septim’e bir faydanız yoksa, düşmanlarına da fayda sağlamadığınıza emin olmak ister,” dedi general kibirle. “Eğer başınızı omuzlarınızın üzerinde tutabilirseniz, şu sözüme kulak verin. Güç, ayak takımıyla arkadaşlıktan doğan şehvet ve eğlencenin vaat ettiğinden daha değişik bir tatmin verir.”
Sonra sanattan, edebiyattan, dramadan, müzikten ve İmparatorluk Sarayı’nda düzenlenen büyük balolardan bahsetti. Barenziah gittikçe artan bir ilgiyle dinledi fakat ilgisinin bütün nedeni Symmachus’un tehditleri değildi. Fakat sonra çekinerek İmparatorluk Şehri’ndeyken büyü çalışmaya devam edip edemeyeceğini sordu. Symmachus bundan memnun gibi göründü ve bir şeyler ayarlayacağına söz verdi. Bundan cesaret alarak, peşinden muhafızlarından üçünün kadın olduğunu fark ettiğini ve onlarla bir parça talim yapıp yapamayacağını sordu, sadece alıştırma niyetine. General bundan daha az memnun göründü lakin yine de, yalnızca kadınlarla olacağını vurgulayarak izin verdi.
Kış olmasına rağmen hava pek soğuk değildi, yolculuklarının sadece birkaç günü dondurucu olmuştu, bu sayede sıkı toprak yollar üzerinde hızla yol aldılar. Yolculuklarının son gününde nihayet bahar gelmiş gibi görünüyordu, karların erimeye başladığına dair belirtiler vardı. Yol ayaklar altında çamura döndü gittikçe ve herkes suyun damla damla fakat sürekli bir şekilde aktığını duyabiliyordu. Bu hoş geldin sesiydi.
İmparatorluk Şehri’ne giden büyük köprüye günbatımında vardılar. Kızılımsı parlaklık başkentin bembeyaz mermer yapılarını tatlı bir pembeye dönüştürdü. Hepsi yeni, heybetli ve kusursuz göründüler. Geniş bir cadde kuzeye, saraya doğru uzanıyordu. Her ırktan her çesit insanın oluşturduğu kalabalık geniş yolları dolduruyordu. Karanlık çöküp de yıldızlar önce tek tek sonra da ikişerli üçerli ortaya çıkmaya başlayınca, dükkanların ve meyhanelerin içinde ışıkların cılız kıpırtıları, pencerelerden dışarı taşıyordu. Yan yollar bile geniş ve iyice aydınlatılmıştı. Saray’a yakin bir yerde Büyücüler Loncası’nın devasa kuleleri doğu yönünde yükselirken, batıda kocaman bir tapınağın renkli camları kaybolan ışıkta parıldıyordu.
Symmachus’un saraydan iki sokak ötede, tapınağın arkasında muhteşem bir binada daireleri vardı. (“Tek Olanın Tapınağı”, önünden geçerlerken tanıttı onu, Tiber Septim’in dirilttiği kadim bir Nord tarikatı. Imparator’a uygun olduğunu göstermek için yakında üye olmasının beklendiğini söyledi.) Saray oldukça görkemliydi — Barenziah’ın zevkine göre biraz küçük olsa da –. Duvarlar ve mobilyalar saf beyaz ile açığa çıkarılmış, sadece soluk altın rengi ile renk katılmıştı ve siyah mermer kaplı zemin mat bir şekilde parlıyordu. Barenziah’in gözleri renk ve gölge oyunları yüzünden ağrıdı.
Sabahleyin Symmachus ve Drellaine İmparatorluk Sarayı’na kadar eşlik ettiler ona. Barenziah karşılaştıkları herkesin Symmachus’u hürmetkar bir şekilde selamladıklarını gördü ve hatta bazen dalkavukluğun sınırlarını zorlayan derecede abartanlar çıkıyordu. General bundan memnun gibi görünüyordu.
Doğrudan huzura kabul edildiler. Sabah güneşi küçük camları olan geniş pencereden içeri girerek küçük odaya hücum ediyor, cömertçe hazırlanmış kahvaltı masasını ve orada oturan adamı ışıklarıyla yıkıyordu, ışıkla karışık şekilde karanlık. Odaya girdiklerinde ayağa kalktı ve onlara doğru yürüdü. “Ah, Symmachus en sadık dostumuz, dönüşünü sonsuz sevinçle karşılıyoruz.” Elleri Symmachus’un omuzlarını sıkıca, içtenlikle, önünde diz çökmüş olan Dark Elf’i derinden etkileyerek kavradı.
Barenziah reverans yaptı Tiber Septim kendisine döndüğü sırada.
“Barenziah, küçük yaramaz kaçağımız. Nasılsın çocuğum? Dur da sana şöyle bir bakalım. Neden, Symmachus, çok hoş, kesinlikle çok güzel. Neden bunca yıldır bizden sakladın onu? Işık çok mu fazla çocuğum? Panjurları kapattıralım mı? Ah evet tabii ki çok fazla.” Symmachus’un itirazlarına aldırmadan panjurları kendi kapattı, bir hizmetçi çağırmaya uğraşmayarak. “Protokolleri bozup size karşı saygısızlık ettiğimiz için umarım bizi bağışlarsınız değerli konuklar. Düşünmemiz gereken çok şey var, her ne kadar bu bahane kafi değilse de konukseverliğimizin eksikliklerini affedin. Lakin ah! Şükürler olsun. Kara Bataklık’tan gelen harika şeftaliler var.”
Masaya yerleşti hepsi. Barenziah şaşkına dönmüştü. Tiber Septim hayal ettiği gibi zalim, sıkıcı, dev bir savaşçı değildi. Normal boyda, Symmachus’dan bir kafa boyunda daha kısa olmasına rağmen, görünüşü kaslı ve hareketleri esnekti. Hoş bir gülümsemesi, parlak — doğrusu delici — mavi gözleri ve çizgili solgun yüzünün üzerinde gür beyaz saçları vardı. Kırktan altmışa kadar herhangi bir yaşta olabilirdi. Onları yiyip içmeye zorladı, sonra birkaç gün önce generalin sorduğu soruyu tekrarladı: Neden evden kaçmıştı? Velileri ona kötü mü davranmışlardı?
“Hayır, Ekselansları,” diye cevapladı Barenziah, “gerçekten, hayır — bazı zamanlarda öyle olduğunu sansam da hayır.” Symmachus onun için bir hikaye uydurmuştu ve Barenziah da onu şimdi anlattı, yine de biraz şüphe uyandırıyordu. Seyis çocuk, Straw, onu velilerinin ona uygun bir eş bulamadığına ve onu birisine metres olsun diye Rihad’da satacaklarına inandırmıştı ve gerçekten de bir Kızılmuhafız da gelince, paniklemiş ve Straw ile kaçmıştı.
Tiber Septim büyülenmiş görünüyor ve o bir ticaret kervanının muhafızı olarak hayatının detaylarını anlatırken bütün dikkatiyle onu dinliyordu. “Sanki bir balad gibi!” dedi. “Tek Olan’ın adına, Saray Ozanı’na şarkısını yaptıracağız bunun. Ne tatlı bir oğlan olmuşsundur kim bilir.”
“General Symmachus dedi ki –” Barenziah utanarak durakladı, sonra devam etti. “O dedi ki — şey, artık bir oğlan gibi görünmüyormuşum. Geride bırakıp… Yetişkinliğe eriştiğim şu birkaç ay içinde.” Mahcup bir ağırbaşlılık görüntüsü sergilemeyi umarak bakışlarını indirdi.
“Sezgileri çok kuvvetli bir adamdır, sadık dostumuz Symmachus.”
“Çok budala bir kız gibi davrandığımı biliyorum Ekselansları. Affınızı diliyorum ve tabii ki vasilerimin de. Ben… ben bunu bir süre önce fark ettim lakin eve geri dönmeye utandım. Fakat şimdi Karafundalık’a geri dönmek istemiyorum. Ekselansları, Matemhisar’u özlüyorum. Ruhum ülkem için yanıp tutuşuyor.”
“Sevgili çocuğumuz, evine gideceksin, sana söz veriyoruz. Lakin bir süre daha bizimle birlikte kalmanı arzu ediyoruz, istiyoruz ki sana vereceğimiz ağır ve kutsal görev için kendini hazırlayasın.”
Barenziah ona ciddiyetler ve kalbi deli gibi çarparak baktı. Her şey tıpkı Symmachus’un olacağını söylediği gibi ilerliyordu. Ona karşı büyük ve sıcak bir minnet hissetti fakat dikkatini İmparator’a vermeye dikkat ediyordu. “Beni onurlandırdınız, Ekselansları ve bütün kalbimle isterim ki siz ve kurduğunuz bu muhteşem İmparatorluk için yapabildiğim her hizmeti yerine getireyim.” Politik bir söylemdi, muhakkak — fakat Barenziah gerçekten de söylediklerini kast etmişti. Şehrin ihtişamı ve her yerde görülen disiplin ve düzen karşısında saygıyla karışık bir korku hissetmişti ve dahası bütün bunların bir parçası olmaya hayaliyle heyecanlanmıştı. Ve Tiber Septim’den oldukça etkilenmişti.
Birkaç gün sonra Symmachus Barenziah tahta geçene kadar vali olarak görev yapmak üzere Matemhisar’a gitti, Barenziah tahta geçince o da başbakanı olacaktı. Barenziah yanında refakatçisi olarak Drelliane ile birlikte İmparatorluk Sarayı’ndaki bir süite yerleşti. Bir kraliçenin sahip olduğu eğitimi alması için birkaç öğretmen görevlendirildi. Bu süre zarfında sihirle ilgili alanlara derin bir ilgi duydu fakat tarih ve politika derslerini hiç sevmedi.
Ara sıra Saray bahçelerinde Tiber Septim ile buluşur ve o da daima ve kibarca gelişimi hakkında sorular sorar — ve gülümsemeyle de olsa devlet meselelerine olan ilgisizliği yüzünden onu azarlardı. Ancak her zaman ona büyünün özellikle iyi tarafları hakkında bir şeyler öğretmekten zevk alıyordu ve politika ve tarihi bile ilginç kılabiliyordu. “Onlar da insan, çocuğum, tozlu bir cildin içindeki kuru olgular değil,” derdi.
Kavrayışı genişledikçe, tartışmaları uzadı, derinleşti ve sıklaştı. Barenziah’a birleşik Tamriel fikrinden, her ırkın ayrı ve farklı olduğu fakat hepsini ortak ideal ve amaçlar için çalıştığı, genel refahın yükseltilmesine katkı sağladığı bir düzenden bahsediyordu. “Bazı şeyler evrenseldir, iyi niyetli, duyarlı bütün insanlar tarafından paylaşılır,” dedi. “Yani Tek Olan hepimize öğretir. Şeytani olanlarla ve yabanilerle, yaradılıştan kötü olanlarla — Orklarla, Trollerle, Goblinlerle ve daha kötü diğer şeylerle savaşmalıyız, birbirimizle değil.” Hayalinden bahsettiği zaman mavi gözleri parlardı ve Barenziah oturup onu dinlemekten büyük keyif alırdı. Eğer o kendisine biraz yaklaşırsa Barenziah’ın vücudunun ona yakın olan tarafı içten içe yanan alevler gibi parlardı. Eğer elleri buluşsaydı, sanki şok büyüsüne tutulmuş gibi bir ürperti kaplardı bütün vücudunu.
Bir gün, hiç beklenmedik bir şekilde, Tiber Septim, yüzünü avuçlarının arasına aldı ve dudaklarına usulca bir öpücük kondurdu. Barenziah kendini geri çekti birkaç saniye içinde, hislerinin şiddeti karşısında afallayarak ve Tiber Septim hemen özür diledi. “Ben… biz… böyle olsun istemedik. Sadece — sen çok güzelsin, tatlım. O kadar güzelsin ki.” Cömert gözleriyle umutsuz bir arzuyla ona bakıyordu.
Barenziah, gözyaşları yüzünden süzülürken, arkasını döndü.
“Bize kızgın mısın? Konuş bizimle. Lütfen.”
Barenziah kafasını salladı. “Size asla kızgın olamam, Ekselansları. Ben… ben size aşığım. Biliyorum bu yanlış fakat elimde değil.”
“Bir eşimiz var,” dedi Tiber Septim. “İyi ve erdemli bir kadın, çocuklarımızın ve gelecekteki varislerimizin annesi. Onu asla kenara itemeyiz — lakin aramızda hiçbir şey yok, ruhsal hiçbir paylaşım. O bizim olduğumuzdan daha farklı olmamızı arzu eder. Bütün Tamriel’deki en güçlü kişiyiz ve… Barenziah, biz… ben… bence aynı zamanda en yalnızım.” Birden ayağa kalktı. “Güç!” dedi büyük bir küçümsemeyle. “Eğer tanrılar müsaade etseydi büyük kısmını gençlik ve sevgi karşılığında verirdim.”
“Fakat siz tanıdığım bütün erkeklerden daha güçlü, zinde ve canlısınız.”
Kafasını salladı keskince. “Belki bugün. Lakin dün olduğumdan daha az, ya da geçen yılkinden, on yıl öncesinden. ölümlülüğümün ızdırabını hissediyorum ve oldukça acı veriyor.”
“Eğer acınızı hafifletebileceksem, izin verin yapayım.” Barenziah elleri ona uzanmış bir şekilde ona doğru yürüdü.
“Hayır. Masumiyetini senden alamam.”
“Sandığınız kadar masum değilim.”
“Nasıl yani?” İmparator’un sesi birden sertleşti, kaşları çatıldı.
Barenziah’ın ağzı kurudu. Ne demişti öyle? Fakat artık geri dönemezdi. O anlardı. “Straw vardı,” diye bocaladı. ” Ben… ben de yalnızdım. Yalnızım. Ve sizin kadar güçlü değil.” Gözlerini utançla yere eğdi. “Ben… Ben buna layık değilim sanırım, Ekselansları–“
“Hayır, hayır. Bu doğru değil Barenziah. Barenziah’ım. Bu uzun süremez. Senin Matemhisar’a karşı görevlerin var ve benim de İmparatorluk’a. Ben de kendi görevlerime eğilmeliyim. Lakin fırsat varken — sahip olduklarımızı paylaşalım mı, paylaşabildiklerimizi ve dua edelim mi Tek Olan’a zayıflığımızı bağışlaması için?”
“Tiber Septim kollarını açtı — ve tek bir söz söylemeden, kendi arzusuyla Barenziah ona doğru yürüyüp sarıldı.”
“Volkanın kenarında yürüyorsun, çocuğum,” diye uyardı onu Drelliane, Barenziah İmparatorluk aşkının birinci ayları şerefine ona hediye ettiği harika safir yüzüğe hayran hayran bakarken.
“Nasıl yani? Birbirimizi mutlu ediyoruz. Kimseye zararımız yok. Symmachus bana seyirci olmayı ve ağzımı sıkı tutmayı tembihledi. Daha iyi kimi seçebilirdim? Ve bizden daha gizli kimse yok. Herkesin içinde bana kızıymışım gibi davranıyor.” Tiber Septim’in gece ziyaretleri sarayda sadece çok az kişinin — kendisinin ve güvenilir birkaç muhafızın, bildiği gizli bir geçit vasıtasıyla gerçekleşiyordu.
“Akşam yemeğine kavuşmuş bir sokak köpeği gibi salyalarını akıtıyor senin üzerine. İmparatoriçe ve oğlunun sana karşı olan soğukluğunu fark etmedin mi?”
Barenziah omuz silkti. Tiber Septim’le olan ilişkileri başlamadan önce de ailesinden yalın nezaketten başka bir şey görmemişti. Kırık dökük nezaket. “Ne fark eder? Gücü elinde tutan Tiber Septim.”
“Fakat geleceği elinde tutan oğlu. Göz önündeyken annesini sakın küçük düşürme, sana yalvarıyorum.”
“O kadın olacak kuru dal parçası akşam yemeğindeki sohbette bile kocasının ilgisini çekemiyorsa ben ne yapabilirim ki?”
“Herkesin önündeyken daha az konuş. Tek istediğim bu. Kadının çok az önemi var, bu doğru — fakat çocukları onu çok seviyor ve onları kendine düşman etmek istemezsin. Tiber Septim’in çok fazla ömrü kalmadı. Demek istediğim,” Drelliane, Barenziah kaşlarını çatınca düzeltme arzusu duydu, “insanoğlu kısa ömürlüdür. Fanidir, biz Kadim Irklar’ın deyişine göre. Mevsimler gibi gelir ve geçerler — fakat güçlü olanların aileleri bir süre yaşarlar. Eğer ilişkinizden bir fayda görmek istiyorsan ailesiyle dost olman gerek. Ah fakat sana nasıl göstereceğim bu gerçeği, insanlarla yaşamış sana! Eğer dikkatli olursan ve akıllı, sen ve Matemhisar Septim Hanedanı’nın, eğer gerçekten kurabildiyse, düşüşünü görebilirsiniz, tıpkı yükselişine şahit olduğun gibi. İnsanoğlu’nun tarihi böyledir. Kararsız dalgalar gibi yükselir ve alçalırlar. Şehirleri ve hakimiyetleri bahar çiçekleri gibi açar, yalnızca yaz güneşinin altında solup ölmek için. Fakat Elfler dayanır. Onların bir yılı bize saat gibidir ve yüzyılları bir gün.”
Barenziah sadece güldü. O ve Tiber Septim hakkında dedikoduların kaynadığını biliyordu. Gördüğü ilgiden memnundu, her şeyin ötesinde İmparatoriçe ve oğlunu gölgede bıraktığı izleniminden. Ozanlar onun karanlık güzelliği ve çekiciliği hakkında şarkılar söylüyordu. Gözdeydi ve aşık — ve eğer bu geçici idiyse, yani, ne değildir ki? Hatırlayabildiği kadarıyla ilk defa mutluydu, her günü zevk ve sefa içinde geçiyordu. Ve geceler daha da iyiydi.
“Neyim var böyle?” diye söylendi Barenziah. “Şuraya bak, eteklerimden biri bile olmuyor. Belime ne olmuş böyle? Şişmanlıyor muyum?” Barenziah hoşnutsuzluk içinde, sıska kol ve bacaklarını inkar edilemez şekilde genişlemiş beliyle karşılaştırdı aynada.
Drelliane omuz silkti. “Görünüşe göre, senin kadar küçük bir çocuk taşıyorsun. Bir insanla sürekli çiftleşme sana erken doğurganlığı getirdi. İmparator’la bu konu hakkında konuşmak dışında bir çıkış yolu göremiyorum senin için. Onun otoritesi altındasın. Senin için en iyisi doğruca Matemhisar’a gidip, çocuğu orada doğurmak olur, tabii bunu o da onaylarsa.”
“Yalnız mı?” Barenziah gözlerinde yaşlarla, ellerini şişmiş göbeğinin üzerine koydu. İçindeki her şey aşkının meyvesini, aşığı ile paylaşmak istiyordu. “Bunu asla kabul etmez. Artık benden ayrılmak istemez. Görürsün.”
Drelliane başını salladı. Ama yine de bir şey söylemese de, her zamanki küçümsemeyi bakışlarının yerini acıma ve üzüntüyle karışık bir ifade aldı.
O gece Tiber Septim her zamanki buluşmalarına geldiğinde Barenziah ona durumu anlattı.
“Çocuk mu?” Sarsılmış görünüyordu. Hayır, sersemlemiş. “Bundan emin misin? Fakat bana Elfler’in bu kadar erken yaşta çocuk sahibi olamayacakları söylenmişti.”
Barenziah zorla gülümsedi. ” Nasıl emin olabilirim ki? Daha önce hiç –“
“Doktorumu getirteyim.”
Doktor, orta yaşlı bir Ulu Elf, Barenziah’ın hamile olduğunu teyit etti ve böyle bir şeye daha önce hiç rastlanmadığını belirtti. Ekselansları’nın cinsel gücünün bir kanıtı olduğunu söyledi, dalkavukça bir ifadeyle. Tiber Septim kükreyerek karşılık verdi.
“Bu olmamalı!” dedi. “Geri al bunu. Sana emrediyoruz.”
“Haşmetleri,” diye bocaladı doktor. “Yapamam… Yapmaya kabil değilim –“
“Tabii ki yapabilirisin, seni beceriksiz sersem,” diye patladı İmparator. “Öyle yapman arzumuzdur.”
O ana kadar korkudan kocaman açılmış gözleriyle sessizce yatakta yatan Barenziah doğruldu. “Hayır! Neler söylüyorsun?”
“Çocuk,” Tiber Septim yanına oturdu, yüzünde o çekici gülümsemelerinde biri vardı. “Çok üzgünüm. Gerçekten. Lakin bu olamaz. Senin durumun oğlum ve onun oğulları için bir tehdit oluşturuyor. Ve buna daha fazla müsaade edemem.”
“Taşıdığım bu çocuk sizindir!” diye feryat etti.
“Hayır, bu şu an sadece bir ihtimal, bir olabilirlik, henüz kendisine bir ruh bahşedilmiş ya da dünyamızda yerini almış değil. Ve öyle olmasına izin vermeyeceğim. Onu men ediyorum.” Şifacıya sert bir bakış daha attı ve Elf titremeye başladı.
“Haşmetleri, bu onun çocuğu. Elfler arasında çocuklar nadirdir. Hiçbir dişi Elf dörtten fazla gebe kalmaz, ve bu çok nadirdir. İki olağan sayıdır. Bazıları hiç doğurmaz bile, bazıları sadece bir kez. Eğer bunu ondan alırsam, Majesteleri, bir daha hiç gebe kalamayabilir.”
“Bizden çocuk sahibi olmayacağına söz vermiştin. Tahminlerine olan güvenimiz çok azdır.”
Barenziah çıplak halde yataktan dışarı süründü ve kapıya koştu, nereye gittiğini bilmeyerek, tek bildiği kalamayacağı idi. Asla ulaşamadı. Karanlık onu yakaladı.
Ağrılar içinde ve boşluk hissiyle uyandı. Bir zamanlar bir şeylerin, yaşayan fakat şimdi ölüp gitmiş olan bir şeylerin, olduğu yerde şimdi bir boşluk vardı. Drelliane acıyı dindirmek ve zaman zaman bacaklarının arasında toplanan kan birikintisini temizlemek için oradaydı. Fakat hiçliği dolduracak bir şey yoktu. Boşluğun yerini alacak hiçbir şey yoktu.
İmparator muhteşem hediyeler ve harika çiçek buketleri yolluyor ve kısa ziyaretlerde bulunuyordu. Başlarda Barenziah bu ziyaretleri zevkle kabul ediyordu. Fakat Tiber Septim artık geceleri gelmiyordu — ve bir süre sonra Barenziah da onu istemedi.
Birkaç hafta geçti ve fiziksel olarak tamamen iyileştiğinde, Drelliane, Symmachus’un kararlaştırılandan daha erken Matemhisar’a gelmesini istediğini belirten bir mektup yazdığını bildirdi. Derhal yola çıkacağı ilan edildi.
Geniş bir maiyet, bir kraliçeye yaraşır bir çeyiz ve özenle hazırlanmış, etkileyici bir veda merasimi ile uğurlandı, İmparatorluk Şehri’nin kapılarından. Bazıları ayrılışını gördüğü için üzgündü, ve bunu gözyaşları ve sitemkar sözlerle belli ettiler. Fakat başkaları ise değildi ve öyleymiş gibi görünmeye de çalışmadılar.