Çeviren: Ceyhun Özgöç – Alper Kurt
10 Mayıs, 2920
İmparatorluk Şehri, Cyrodiil
Kraliyet odasının kapısını açarken “Yüce Majesteleri.” dedi Potentate Versidue-Shaie. “Son zamanlarda sizi pek göremiyorum. Belki de keyfinizi kaçıran şey… Pek hoş bir hanımefendi olan Rijja’dır.”
” Mir Corrup’ta banyo yapıyor.” dedi İmparator III. Reman kederli bir şekilde.
“Lütfen, içeri buyurun.”
“Öyle bir duruma geldim ki sadece üç kişiye güvenebiliyorum artık: Sen, oğlum ve güzel Rijja.” dedi büyük bir huysuzlukla İmparator. “Bütün konsey üyeleri ise bir avuç casustan başka bir şey değil.”
“Sizce sorun nedir, yüce majesteleri?” diye sordu Potentate Versidue-Shaie halden anlarcasına, bir yandan da odasının kalın perdesini çekiyordu. Bir anda odanın dışındaki koridorda yankılanan ayak sesleri ve baharın gelişini şakımalarıyla kutlayan kuşların şarkısı dahil tüm sesler kesildi.
“Bodrum Savaşı’ndan önce Caet Suvivo’da kamp kurduğumuzda oğlum zehirlenmişti hani, işte o zamanlarda orduya katılan Kara Bataklık’ın Orma kabilesinden Catchica adlı bir zehirci kadının aramızda olduğunu fark ettim. Elbette beni öldürmeyi tercih ederdi fakat fırsat bulamadı.” İmparator dişlerini gıcırdattı. “Konsey, kadının başını almadan önce kanıta ihtiyacımız olduğunu söylüyor.”
“Elbette söylerler.” dedi Potentate düşünceli bir şekilde. “Özellikle bu komploya aralarından bir ya da daha fazlası dahil olmuşsa. Bir fikrim var yüce majesteleri.”
“Evet?” dedi Reman sabırsızca. “Çıkar ağzındaki baklayı!”
“Konsey’e bu işin peşini bıraktığınızı söyleyin, ben de birkaç muhafızı Catchica’yı izlemeye göndereyim. Neler karıştırdığını öğreniriz. En azından dostlarının kim olduklarını görürüz ve hayatınıza yönelik kurulmuş bu komplo hakkında bir şeyler öğreniriz.”
“Evet.” dedi Reman tatminkar bir nükteyle. “Ana plan bu o zaman. Bakalım bu komplonun pisliği kime uzanıyor.”
“Karar verilmiştir o halde, yüce majesteleri.” diye gülümsedi Potentate. İmparator’un geçmesi için perdeyi araladı. Dış koridorda Versidue-Shaie’nin oğlu Savirien-Chorak vardı. Potentate’nin odasına girmeden önce delikanlı eğilip reverans yaptı.
“Başın belada mı baba?” diye fısıldadı genç Akaviri. “İmparator’un şu ismi lazım olmayan zehirciyi duyduğuna dair haberler aldım.”
“İşte gerçek bir hitabet hüneri evlat.” dedi Versidue-Shaie oğluna “Onlara yaptırmak istediğin şeyi, duymak istedikleri kelimeleri söylemek. Catchica’ya bir mektup götürmeni istiyorum. Kadının ne dediğimi anladığından emin ol. Eğer ona verdiğim talimatları harfi harfine uygulamazsa kendi hayatından çok bizim hayatımızı tehlikeye sokar.”
————————
13 Mayıs, 2920
Mir Corrup, Cyrodiil
Rijja fokur fokur kaynayan kaplıca suyuna kendini bırakıverdi. Derisi sanki milyonlarca küçük taş ile gıdıklanıyormuş gibi titreşiyordu. Başının üzerindeki taştan yapılmış raf onu yağmurdan koruyor ve aynı zamanda da ağaçların seyrek dallarının arasından süzülen güneş huzmelerinin içeri girmesine izin veriyordu. Rüya gibi bir hayatın rüya gibi bir anıydı ve buradan çıktıktan sonra güzelliğinin eski tazeliğine kavuşacağını biliyordu. Şu an ihtiyaç duyduğu tek şey bir bardak suydu. Her ne kadar banyo suyu mükemmel koksa da tadı tebeşirden farksızdı.
“Su getirin!” diye bağırdı hizmetkarlarına. “Su lütfen!”
Üzerinde paçavralar olan sıska bir kadın başını sesin geldiği yöne doğru devirdi. Hemen koştu ve kadına keçi postundan yapılmış mataradan su verdi. Rijja kadının namusluluk taslamasına neredeyse gülecekti -bizzat kendi çıplak vücudundan utanmıyordu- fakat daha sonra paçavraların arasında yaşlı kadının gözleri olmadığını fark etti. Rijja’nın duyup da asla tanışma fırsatı bulamadığı Orma kabilesi yerlilerinden birine benziyordu. Gözleri olmadan doğmaları, diğer duyularının efendileri olmalarını sağlamıştı. “Mir Corrup lordu çok egzotik hizmetkarlar kiralamış.” diye düşündü içinden.
Bir anda kadın kayboldu ve unutuldu. Rijja güneş ve suyun haricinde başka bir şeye odaklanmakta zorlanıyordu. Mataranın tapasını açtı. İçindeki şeyin garip, metalik bir kokusu vardı. Birdenbire orada yalnız olmadığını fark etti.
“Leydi Rijja.” dedi İmparatorluk Muhafızları’nın yüzbaşısı. “Gördüğüm kadarıyla Catchica ile tanışmışsınız?”
“Adını hiç duymadım.” Öfkelenmeden önce kekeledi. “Burada ne arıyorsunuz? Bu vücut sizin şehvetli bakışlarınız için değil.”
“Demek hiç duymadınız. Daha az önce sizi onunla birlikteyken gördük.” dedi yüzbaşı keçi derisi matarasını alıp koklarken. “Size pis bir cerahat sundu, değil mi? İmparatoru zehirlemek için.”
“Yüzbaşım.” dedi muhafızlardan biri ona doğru koşar adım gelirken. “Argonyalı’yı bulamıyoruz. Sanırım ormana kaçmış.”
“Evet, bu konuda çok iyidirler.” dedi yüzbaşı. “Yine de sorun değil. En azından saraydaki işbirlikçisini bulduk. Yüce majestelerini mutlu edecektir bu. Yakalayın!”
Muhafızlar ellerinde kıvranan çıplak kadını havuzdan çekerken kadın çığlık atıyordu, “Ben masumum! Bu da ne demek böyle? Ama ben bir şey yapmadım! Bunun için İmparator hepinizin kellesini alacak!”
“Emin olun alacaktır.” diye gülümsedi yüzbaşı. “Size inanırsa tabi.”
————————
21 Mayıs, 2920
Gideon, Kara Bataklık
Sow and Vulture hanı Zuuk’un bu tür görüşmeler için aklına gelen en uygun yerdi. Kendi ve yoldaşları dışında karanlık odada birkaç kadehten sonra kendinden geçmiş korsan vardı. Uzun zamandır yıkanmamış zeminin kirliliği, görülmesine gerek kalmadan kendini hissettiriyordu. Ölü gün ışığının solgun huzmeleri arasından havada asılı kalan toz zerrecikleri görünüyordu.
“Demek birebir dövüşte deneyimlisin, öyle mi?” diye sordu Zuuk. “Bu mevki için ödemeler gayet iyidir ama bu iş bir o kadar tehlikelidir de.”
“Kesinlikle savaş deneyimim var.” diye cevap verdi Miramor mağrurca. “İki ay önce Bodrum Savaşı’ndaydım. Siz üstünüze düşen kısmı yapar da İmparatoru mümkün olan en az korumayla Dozsa Geçiti’nden gitmeye ikna edebilirseniz, ben de bana düşen kısmı hallederim. Kendini gizlemediğinden emin olun. İmparator Roman’ı taşıyor diye geçitten geçecek her kafileye saldıracak değilim.”
Zuuk gülümsedi. Miramor ona Kothringi’nin yüzünü taklit ederek baktı. Görünüşü hoşuna gitmişti: Mükemmeliyetçi, kendine güvenen bir profesyonel.
“Anlaştık.” dedi Zuuk. “Paranın geri kalanını da işten sonra alacaksın.”
Zuuk koca sandığı masanın üstüne koydu. Ayağa kalktı.
“Gitmeden önce birkaç dakika bekle.” dedi Zuuk. “Beni takip etmeni istemiyorum. Ola ki kazara yakalanır, işkence görürsün diye işverenlerin isimlerinin saklı kalmasını istiyor.”
“Bana uyar.” dedi Miramor. Biraz daha içki istedi.
Zuuk bineğini Gideoan’ın labirent gibi daracık sokaklarında sürdü. Hem o hem de atı şehrin kapılarından geçtikleri için mutluydular. Her yıl olduğu gibi bu sene de cemre düştüğü vakit, Giovese Kalesi’nin ana yolu su altında kalmıştı. Fakat Zuuk tepelere giden kestirme bir yol biliyordu. Dört nala ağaçların altından, yosun ve balçıkla kaplanmış taşların üzerinden geçerek iki saat içinde kale kapılarına vardı. Çabucak en yüksek kulenin en yüksek hücresinde bulunan Tavia’ya gitti.
“Onun hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu İmparatoriçe.
“Gerçek bir aptal.” dedi Zuuk. “Zaten bu tip bir iş için bizim istediğimiz tam da buydu.”
————————
30 Mayıs, 2920
Thurzo Kalesi, Cyrodiil
Rijja çığlık attı, attı ve attı. Onu dinleyenler yosun tutmuş, dev, gri fakat sağlam kayalardı. Dışarıdaki muhafızlar tıpkı diğer mahkumlar gibi ona da duymazdan geliyorlardı. İmparatorluk Şehri’ndeki İmparator’un kadının fersahlarca ötedeki masumiyet çığlıklarını duymazdan gelmesi gibi.
Bir daha asla hiç kimsenin sesini duyamayacağını bile bile çığlık atmaya devam etti.
————————
31 Mayıs, 2920
Kavas Rim Geçidi, Cyrodiil
Turala bir Cyrodiilli, Kara Elf ya da insan yüzü görmeyeli günler, hatta haftalar olmuştu. Yolda yürürken bu kadar ıssız bir yer olan Cyrodiil’in İmpartorluk Eyaleti ve ülkenin başkenti olmasının ne kadar garip olduğunu düşündü. Yeşilyurttaki Orman Elfleri’nin bile daha büyük ormanları vardı belki de.
Geçmişi düşündü. Cyrodiil’ten Rüzgartepe sınırına geçeli bir ay mı olmuştu? Belki de iki ay olmuştu. O zamanlar daha soğuktu. Zaman kavramını unutmuştu. Muhafızlar çok sert davranmışlardı ama silahı olmadığı için geçmesine izin vermişlerdi. O zamandan beri birkaç kafile gördü, hatta bazı maceracılarla yemeğini bile paylaştı. Fakat hiç kimse onu kasabaya kadar götürme teklifinde bulunmamıştı.
Turala atkısını çıkardı ve beline bağladı. Bir anlığına sanki birilerinin arkasından yaklaşıp onu çevrelediğini düşündü. Kimse yoktu. Daldan dala uçarken kahkaha atarmış gibi bir ses çıkaran kuşun dışında.
Yürümeye devam etti. Bir süre sonra tekrar durdu. Bir şeyler oluyordu. Karnındaki çocuk onu belki bir süredir tekmeliyordu fakat bu çok daha değişik bir sancıydı. İnleyerek kendini çimlerin üzerine bıraktı. Bebek geliyordu.
Sırt üstü uzandı ve karnına bastırdı. Gözlerinden akan acı ve nefret yaşlarından etrafını göremiyordu. Bu duruma nasıl düşmüştü? Vahşi doğanın ortasında tek başına, babası Matemhisar dükü olan bir çocuğu doğurmak… Öfke ve ıstırap çığlıkları ağaçlardaki kuşları titretti.
Az önce kadına gülen kus yoldan aşağı doğru süzüldü. Kadın gözlerini kırptı ve kuş yok olup yerine çıplak bir Elf erkeği geldi. Adam ne bir Kara Elf kadar koyu tenli, ne de bir Yüce kadar soluktu. Hemen adamın bir Ayleid olduğunu anladı, bir Vahşi Elf. Turala çığlık attı fakat adam onu sakinleştirmeye çalıştı. Birkaç dakikalık boğuşmadan sonra kadın bir rahatlama hissetti ve bayıldı.
Uyandığında kulaklarında bir bebek ağlaması yankılanıyordu. Çocuk temizlenmiş ve yanında öylece yatıyordu. Turala bebeğini aldı. O sene ilk defa mutluluk gözyaşları döküyordu.
Ağaçlara doğru fısıldadı. “Teşekkür ederim.” Kollarına sardığı bebeğiyle batıya doğru yürümeye başladı.
————————
2920 Haziran’da devam edecek.