Çeviren: Cemre Serpal
Düzenleme: Ceyhun Özgöç
Hallgrad, o Cumartesi akşamı yüzü üzüntüyle kaplı bir şekilde Kral’ın Jambonuna girdi. Bir kupa en ucuz içkiden sipariş ederken dostları Garaz ve Xiomara ölçülü bir samimiyet içeren bir endişe ile ona katıldı.
“Neyin var Hallgrad?” diye sordu Xiomara. “Her zamankinden geç geldin ve seninle birlikte gelen bir trajedi havası var. Paranı mı kaybettin ya da yakın ve sevdiğin birini?”
“Para falan kaybetmedim.” dedi Hallgrad, yüzünü buruşturarak. “Fakat yeğenimden, kuzenim Allioch’un öldüğü haberini aldım. Ölümü tamamen normalmiş dedi. Sadece yaşlılık. Allioch benden on yaş gençti.”
“Ah, bu berbat. Hayatta her şeyin tadını çıkarmak gerek. Çünkü zamanının ne zaman geleceğini bilemezsin.” dedi birkaç saattir aynı taburede oturan Garnaz. O, kişisel farkındalık ile lanetlenmemişti.
” Evet, hayat kısa.” diye aynı fikirde olduğunu belirtti Xiomara. “Fakat pek azımızın ölümümüzden sonra olacaklar hakkında bir fikri var. Belki de orada rahatlık vardır. Örneğin, sana Vernaccus ve Bourlor hakkındaki hikayeyi anlatmış mıydım?”
” Sanmıyorum,” dedi Hallgard.
“Vernaccus bir Daedra’ydı.” dedi Xiomara. Uygun ortamı hazırlamak için şömineye birkaç damla flin damlattı. “Ve hikayemiz çok, çok fazla yıllar önce geçiyor olsa da Vernaccus’un hala yaşıyor olduğu bile söylenebilir. Ne de olsa, ölümsüz Daedralar için zaman nedir ki?”
“Aslında,” diye araya girdi Garaz. “Ölümsüzlük kavramının… “
“Arkadaşımıza ihtiyaç duyduğu anda ilham veren bir hikaye anlatmaya çalışıyorum.” diye gürledi Xiomara. ” Ve eğer aldırış etmezsen, anlatmak için tüm gecem yok.”
“Vernaccus’u duymuş olmazdınız.” dedi Xiomara, ölümsüzlük temasını bir süreliğine bırakarak “En yüksek gücüne ve ününe sahip olduğu zaman bile, o zamanın yüksek şartlarına göre güçsüzdü. Tabii ki, bu saygı yoksunluğu onu kızdırdı ve tepkisi basit Daedralar için olağandı. Öldürmek için harekete geçti.”
Yakında Batı Koloviyan’ın tüm köylerinde bu aşağılık dehşet duyuldu. Tüm aileler katledilmiş, kaleler yok edilmiş, bahçeler ve tarlalar yakılmış ve lanetlenmişti. Bu yüzden de oralarda bir daha hiçbir şey yetişmeyecekti.
Her şeyi köylüler için daha kötü hale getirmek için vernaccus, Oblivion’daki eski bir rakibinden teftişler almaya başladı. O, Horavatha isimli bir Daedraydı ve Varnaccus ile alay ederek onu ne kadar kızdırabileceğini görmek hoşuna gidiyordu.
“Bir köye saldırdın ve bunun etkileyici olduğunu mu sanıyorsun?” diye alay etti. “Bir kıtayı yok etmeye çalış bakalım, o zaman belki biraz ilgi çekersin.”
Vernaccus çok sinirlendi. Tamriel kıtasını yok etmeye yaklaşamadı bile. Bunu denemediği söylenemezdi elbette.
Deli daedra ile yüzleşecek bir kahraman gerekiyordu ve ne mutlu ki biri vardı.
Onun adı Bourlor idi ve onun Tanrıça Kynareth tarafından kutsandığı söylenirdi. Onun yay ve ok ile insanüstü başarısının tek açıklaması buydu. Çünkü hiçbir hedefi kaçırmıyordu. Çocukken okçuluk hocalarını hayal kırıklığı ile çılgına çevirmişti. Ona ayağını nasıl koyacağını, oku nasıl tutacağını, ipi nasıl kavrayacağını, en iyi serbest bırakma metodunu gösterdiler. O tüm kuralları görmezden geldi ve her seferinde bir şekilde, ok bir rüzgar parçasını yakalayıp doğruca hedefine gitti. Avın hareketli veya hareketsiz olması önemli değildi. Yakında veya uzakta olması da. Okunun vurmasını istediği şey vurulurdu.
Köylerden birinin başkanı ona yardım için yalvarınca Bourlor cevap verdi. Ne yazık ki okçuluğu kadar iyi at sürmüyordu. Başkanın Evansacon isimli köyüne doğru at sürerken Vernaccus, oradaki herkesi öldürmeye başlamıştı. Horavatha izledi ve bir esnemeyi bastırdı.
“Küçük bir köy başkanını öldürmek seni ünlü yapmaz, biliyorsun. Sana gereken büyük bir kahramanı öldürmek. Mesela Ysgramor veya Pelinal Beyazçember veya… ” ormandan yaklaşan figüre doğru baktı. “O adam!”
“O da kim?” diye homurdandı Vernaccus, başkanın titreyen vücudunu parçalarken.
“Tamriel’deki en iyi okçu. Hedefini hiç kaçırmadı.”
Bourlor okunu germiş ve Daedra’ya doğru nişan almıştı. Vernaccus bir an için gülmek istedi. Adam düzgün bile nişan almamıştı. Fakat kendini koruma hissini geliştirmişti. Adamın bakışlarındaki güvende Daedra’yı Horavatha’nın yalan söylemediğine inandıran bir şey vardı. Ok yayı terk ettiğinde Vernaccus bir alev tabakasının içinde ortadan kaybolmuştu.
Ok bir ağaca saplandı. Bourlor durdu ve baktı. Adam hedefini kaçırmıştı.
Vernaccus Oblivion’da hiddetlendi. Ölümlü bir adamdan öyle kaçmak… En sefil iblis bile böyle korkakça davranmazdı. Kendine zayıf ve korkak bir yaratık olduğunu ifşa etti. Bu durumdan kurtulmak için yapması gerekenleri düşünürken kendini Daedra Prensleri’nin en korkuncu, Molag Bal önünde diz çökmüş halde buldu.
“Senden bir şey başarmanı hiç beklemezdim Vernaccus.” diye uğuldadı dev. “Ama değerini kanıtlamaktan fazlasını yaptın. Mundus’un yaratıklarına Daedra’nın tanrıların kutsamalarından daha güçlü olduğunu gösterdin.”
Oblivion’un diğer sakinleri de hızlı bir şekilde (her zamanki gibi) Molag Bal’ın görüşüne girdiler. Daedra ne de olsa, her zaman ölümlü kahramanların onları yenmesi konusunda çok hassastır. Vernaccus, Yakalanamaz Canavar, Ele Geçirilemeyen, Dokunulamayan, Kynareth’in Yıkımı ilan edildi. Rüzgartepe ve Skyrim’in uzak köşelerinde ona adanmış ibadet yerleri yapılmaya başlandı.
Bu arada Bourlor, kusurlu olarak bulunmuş ve bir daha asla bir köyü kurtarmaya çağrılmamıştı. Hedefini vurma konusundaki başarısızlığı yüzünden çok hevesi kırılmış, bu yüzden de bir keşiş olmuş ve bir daha yayını germemiştir. Birkaç ay sonra, yas tutacak ve hatırlayacak bir kişisi olmadan ölecektir de.
“Beni neşelendireceğini düşündüğün hikaye gerçekten bu mu?” diye sordu Hallgrad kuşkulu bir şekilde. “Solucanlar Kralı’nın daha çok ilham veren hikayeler anlattığını duymuştum.”
“Bekle,” diye gülümsedi Xiomara. “Daha bitirmedim.”
Bir yıl boyunca Vernaccus, efsanesinin ve yükselen tapınmasının büyümesini Oblivion’daki evinden izlemekten memnundu. Korkak olmaya ve cinayet işlemeye eğimli olmasının yanı sıra çok tembel bir yaratıktı. Ona tapanlar, Ustalarının yüzlerce okçunun oklarından kaçışı, okyanusların içinden ıslanmadan geçişi ve diğer kaçış yetenekleri hakkında kanıtlamayı pek istemediği olaylar hakkında hikayeler anlatıyordu. Onun Bourlor’dan yüz kızartıcı kaçışı neyse ki unutulmuştu.
Kötü haberler Horavatha tarafından biraz da zevk ile iletilmişti. Horavatha onun büyüyen itibarını kıskanınca Vernaccus hoşnut olmuştu. Bu yüzden de Horavatha ona “Sana adanmış ibadet yerleri saldırıya uğruyor.” derken yanında kaba bir gülümseme de vardı.
“Kimin umurunda?” diye kükredi.
“Vahşi doğada onların yanından geçen herkes bir taş fırlatma ihtiyacı hissediyor.” Horavatha mırıldandı. “Onları pek suçlayamazsın. Ne de olsa onlar, Dokunulamayan’ı temsil ediyor. Kimin böyle bir hedefe karşı koyması beklenebilir ki?”
Varnaccus tülden içeri Mundus’un dünyasına baktı ve doğru olduğunu gördü. Batı Koloviyan diyarındaki bir ibadet yeri ona taş fırlatmaktan çok hoşlandığı belli olan büyük bir müfreze grubu ile çevrelenmişti. Ona tapınanlar içeriye tıkılmış, bir mucize için dua ediyorlardı.
Bir anda, paralı askerlerin önünde belirdi ve öfkesi bakanlar için korkunçtu. Daha içlerinden bir tanesini öldürmeye fırsat bulmadan ormanın içine kaçtılar. Ona tapanlar tahta kapıları açtılar ve mutluluk ve korku içinde dizleri üzerine çöktüler. Öfkesi eridi. Sonra başına bir taş geldi.
Sonra bir tane daha. Ona saldıranlara yüzünü döndü fakat hava birdenbire taşlarla dolmuştu.
Vernaccus onları göremiyordu fakat ormandaki paralı askerlerin “Kaçmaya çalışmıyor bile!” dediklerini ve güldüklerini duydu.
“Ona vurmamak imkansız!” diye kahkaha attı bir başkası.
Bir küçük düşme kükreyişi ile Daedra, ibadet yerine sıçradı. Adamlar hala saldırıyorlardı. Taşlardan biri arkasından kapatılan kapıya vurdu. Yüzü buruştu. Kızgınlık ve utanç kayboldu. Onların yerini acı aldı. Titreyerek, inançları çatlamış bir şekilde sunağının gölgesinde toplanan tapınanlarına döndü.
“Bu ibadet yerini yapmak için kullandığınız odunu nereden aldınız?” Vernaccus inledi.
“Çoğunlukla Evensacon köyünün yakınlarındaki ağaç koruluğundan.” Başrahip omuz silkti.
Vernaccus başıyla onayladı. Arkasındaki derin yarayı meydana çıkaracak şekilde öne düştü. Saldırıda kapının bir halkasına gömülmüş olan paslanmış bir ok başı ona saplanmıştı. Daedra bir toz fırtınasında ortadan kayboldu.
İbadet yerleri kısa bir süre sonra terk edildi. Vernaccus hafızadan silinmeden önce Limitler ve Zayıflık Patronu olarak kısa bir diriliş yaşamıştı. Bourlor’un efsanesi asla çok bilinen bir hikaye olmadı fakat yine de benim gibi hikayeyi anlatanlar var. Biz Büyük Okçunun ölüm yatağında bilmediği şeyi bilme avantajına sahibiz… Son oku her şeye rağmen hedefini vurmuştu.