Çeviren: Mehmet Kardaş
Düzenleme: Mehmet Güder
İkinci Çağın Bilgesi Inzolicus’un kaleminden:
3.Çağ 127.Yıl
Ichidag savaşından sonra İmparator III.Uriel Septim yakalanmış ve daha Hammerfell’in Gilane Krallığındaki amcasının kalesine götürülmeden, kızgın bir çetenin ellerinde ölümle buluşmuştu. Sonra, bu amca Cephorus, İmparatorluğunu ilan edip, İmparatorluk Şehri’ne doğru ilerledi. Önceden İmparator Uriel’e ve annesi Kurt Kraliçe Potema’ya bağlı olan birlikler, kendilerinin yeni İmparatora hizmet edeceklerini ilan ettiler. Bu desteğin karşılığında, Skyrim, Ulu Kaya, Hammerfell, Yaztutan Adası, Yeşilyurt, Kara Bataklık ve Morrowind’in soyluları İmparatorluktan yeni bir bağımsızlık ve özerklik statüsü istedi ve istediklerini de aldılar. Kızıl Elmas Savaşı artık bir sona doğru yaklaşıyordu.
Potema ise kaybetmekte olduğu bir savaşa, sonunda sadece kendi krallığı Issızkent ellerinde kalacak şekilde toprakları küçülene dek devam etti. Kendisi adına savaşmaları için daedralar çağırdı, ölen savaşçılarını diriltecek Ölüçağıranlar kullandı ve kardeşleri İmparator I.Cephorus Septim ve Kral Lilmoth’lu Magnus’un üzerine saldırı üzerine saldırı düzenledi. Deliliği arttıkça dostları onu birer birer terk etti, sonunda tek yoldaşları yıllarca toplayıp bir araya getirdiği zom biler ve iskeletler kalmıştı. Issızkent Krallığı bir ölüler diyarı halini almıştı. Kadim KurtKraliçe’nin çürümüş iskeletimsi hizmetçiler ve vampir komutanlarla savaş planları yapmasının hikayeleri tebaasının üzerinde korku salmıştı.
3 Çağ 137.Yıl
Magnus odasındaki küçük pencereyi açtı. Haftalar sonra ilk kez bir Şehrin seslerini duyuyordu: at arabalarının gıcırtısı, kaldırım tasları üzerindeki nal sesleri ve bir yerlerden gelen bir çocuk gülüşünün sesi. Yüzünü yıkadıktan sonra yatağının yanına üzerini giyinmek için dönerken gülümsedi. Birden kapı çalındı.
“İçeri gel, Pel,” dedi.
Pelagius içeri girdi. Saatlerdir uyanık olduğu apaçıktı. Magnus onun enerjisine şaşırdı ve eğer yirmi yaşında bir çocuk olsaydı, savaşların ne kadar uzun süreceğini düşündü.
“Dışarıyı gördün mü?” diye sordu Pelagius. “Tüm şehir halkı geri dönmüş! Dükkanlar açılmış, hatta limanın orada bir Büyücüler Loncası bile var, etrafta yaklaşık yüz kadar dükkan gördüm!”
“Artık korkmalarına gerek yok. Bir zamanlar komsuları olan tüm kombi ve hayaletleri hallettik, artık buranın güvenli olduğunu biliyorlar.”
“Amca Cephorus’da ölünce bir zombiye dönüşecek mi?” diye sordu Pelagius.
“Ona pek uygun olmazdı,” diye güldü Magnus. “Neden sordun?”
“Bazılarının ona yaşlı ve hasta dediğini duydum,” dedi Pelagius.
“O kadar da yaşlı değil,” dedi Magnus. “Altmış yaşında. Yani benden sadece iki yaş büyük.”
“Peki Potema Hala ne kadar yaşlı?” diye sordu Pelagius.
“Yetmiş,” dedi Magnus. “Ve evet, o yaşlı. Daha fazla sorun varsa, beklemek zorunda kalacak. Şimdi kumandanı görmeye gitmeliyim ama akşam yemeğinde konuşabiliriz. Sen buralarda oyalan ama başını belaya sokma tamam mı?”
“Evet, efendim,” dedi Pelagius. Babasının, Potema’nın kalesindeki kuşatmaya devam etmesi gerektiğini anlamıştı. Onu ele geçirip, mühürledikten sonra, handan dışarı çıkıp, kaleye Doğru yöneleceklerdi. Pelagius bunu pek sevmiyordu. Tüm şehir garip, komik, bir ölü kokusu ile kaplıydı, öyle ki kale surlarına kokudan yaklaşmak mümkün değildi. Milyonlarca çiçek dikseler bile bu durum değişmezdi.
Saatlerce şehirde dolaştı, biraz yiyecek birkaç şey ve Lilmoth’daki kardeşi ve annesi için birkaç parça elbise aldı. Başka kime hediye alabilirim diye düşündü. Tüm kuzenleri, Cephorus Amcanın çocukları ve Anthiochus Amca, hepsi savaş döneminde ölmüştü; bazıları savaşarak, bazıları ise savaş sırasında ekinlerin çoğu yakıldığı için çıkan kıtlıktan. Bianki Hala geçen sene ölmüştü. Geriye sadece kendisi, annesi, kız kardeşi, babası ve İmparator olan Amcası kalmıştı. Birde Potema Hala vardı tabi ama onu yaşıyor saymamak gerekirdi.
Sabahın o erken saatinde, Büyücüler Loncasının önüne geldiğinde içeriye girmeyi düşünmüyordu. Bu yerler içeride yoğunlaşmış garip dumanları, kristalleri ve eski kitaplarıyla onu hep korkuturdu. Ama bu sefer, Cephorus Amcası için buradan bir hediye alabileceğini düşündü. Bir Issızkent Büyücüler Loncası hatırası.
O sırada yaşlı bir kadın ön kapıyı açmakta zorlanıyordu, Pelagius’da onun için açıverdi.
“Teşekkürler,” dedi kadın.
Kadın kesinlikle şimdiye kadar gördüğü en yaşlı şeydi. Yüzü beyaz saçlarla çerçevelenmiş eski çürümüş bir elmaya benziyordu. Kadın kırışık elleri ile başını okşamaya çalısınca istemeden geri çekildi. Ama kadının boynunda büyüleyici güzellikte bir mücevher gördü. Tek parça parlak sarı bir kristaldi ama sanki içinde sıkışıp kalmış bir şey var gibiydi. İçindeki şey, mumlardan gelen ışık üzerine vurduğunda, yürüyen dört bacaklı bir yaratığın halini aldı.
“Bu bir Ruh Cevheri,” dedi kadın. “İçinde büyük şeytani bir kuradamın ruhu hapsedilmiştir. Çok uzun zaman önce insanları etkilemesi için büyülenmişti ama ben onu başka bir büyünün etkisi altına almayı düşünüyordum. Belki Başkalaşım Okulun’dan bir mühürleme büyüsü ya da bir zırh.” Birden durdu ve çocuğa sarımsı gözleri ile dikkatlice baktı. “Bana tanıdık geliyorsun, oğlum. Adın nedir?”
“Pelagius,” dedi. Normalde “Prens Pelagius” derdi ama ona şehirdeyken dikkat çekmemesi gerektiğini söylemişlerdi.
“Bir zamanlar Pelagius diye birini tanırdım,” dedi yaşlı kadın ve yavaşça gülümsedi. “Yalnız mı yaşıyorsun burada, Pelagius?”
“Babam… Orduda, kale ile uğraşıyorlar. Ama duvarlar yıkılır yıkılmaz geri gelecek.”
“O zaman pek de uzun sürmeyecektir,” diye iç çekti yaşlı kadın. “Hiçbir şey ne kadar iyi yapılmış olursa olsun, sonsuza dek dayanmaz. Büyücüler Loncası’ndan bir şeyler mi alacaktın?”
“Amcam için bir hediye almak istiyorum,” dedi Pelagius. “Ama yeterince altınım olup olmadığından emin değilim.”
Yaşlı kadın çocuğu eşyalarla bırakıp Lonca Tılsımcısına gitti. Adam genç, hırslı, Issızkent krallığına yeni gelmiş bir Kuzeyli’ydi. Ona ruh Cevherinden cezbetme büyüsünü kaldırıp yerine güçlü bir lanet, insanın bilgeliğini yavaş yavaş, yıldan yıla, ta ki kişi aklını kaybedene kadar alan bir büyü yaptırtmak, kadına biraz vakit ve fazlasıyladır altına mal oldu. Kadın ayrıca bir de ucuz bir ateşe Kuvvet yüzüğü aldı.
“Bir bayana gösterdiğin nezaketten ötürü, sana bunları getirdim,” dedi, çocuğa kolyeyi ve yüzüğü verirken. “Yüzüğü amcana verebilirsin ve ona deki yüzük bir Yükselme büyüsü ile tılsımlanmıştır, eğer yüksekten atlaması gerekecek olursa, bu onu koruyacaktır. Ruh cevheri ise senin için.”
“Teşekkür ederim,” dedi çocuk. “Ama çok naziksiniz.”
“Bunun nezaketle alakası yok,” diye cevap verdi dürüstçe. “Bir iki kez İmparatorluk Sarayı’nda Arşiv Odası’nda bulunmuştum ve senin hakkında Kadim Tomarlardan geleceğinle ilgili kehanetleri okumuştum. Sen bir gün İmparator olacaksın oğlum, İmparator III.Pelagius Septim ve bu ruh cevherinin rehberliğinde gelecek nesiller seni ve yaptıklarını her zaman hatırlayacaklar.”
Bu sözlerle, yaşlı kadın Büyücüler Loncasının arkasındaki bir patikada gözden kayboldu. Pelagius kadını aradı fakat bir taş yığınının arkasına bakmayı düşünmedi. Eğer baksaydı, şehrin altından Issızkent Kalesine giden bir tünel bulacaktı. Ve eğer oradan ilerleseydi, çürüyen ölüler arasındaki bir zamanların ihtişamlı kraliçesinin yatak odasını bulacaktı.
O odada, Kurt Kraliçe’yi yatar halde, kalesinin çöküşünün seslerini dinlerken bulacaktı. Ve kadın son nefesini verirken dişsiz ağzında büyüyen pis bir sırıtış görecekti.
İkinci Çağın Bilgesi Inzolicus’un kaleminden:
3.Çağ 137.Yıl
Potema Septim, kalesinde süren bir aylık kuşatmadan sonra öldü. Yaşarken O, Issızkent’in Kurt Kraliçesi, II.İmparator Pelagius’un kızı, Kral Mantiarco’nun karısı, İmparatoriçe II. Kintyra’nın halasi, İmparator III. Uriel’in Annesi ve İmparator Antiochus ve Cephorus’un kız kardeşiydi. Ölümüyle, Magnus oğlu Pelagius’u, kraliyet konseyinin onayı ile Issızkent yerel liderliğine getirdi.
3 Çağ 140.Yıl
İmparator Cephorus Septim atından düşerek öldü. Kardeşi Magnus Septim, İmparatorluğunu ilan etti.
3 Çağ 141.Yıl
Pelagius, Issızkent’in Kralı, “gariplikleri” ile bilinerek İmparatorluk Kayıtlarına geçti. Vvardenfell Düşesi Katarish’le evlendi.
3 Çağ 145.Yıl
İmparator Magnus Septim öldü. Çilgin Pelagius olarak bilinecek oğlu, taç giydi.