Çeviren: Yalçın Özveren
Düzenleme: Mehmet Güder
Hikaye ikinci çağın 855. Yılında geçiyor, General Talos’un Tiber Septim adını alıp Tamriel’i fethetmeye başladığından sonraki zamanlarda. General Talos’un yönetici subaylarından birisi, Ylliolos’lu Beatia, imparatorla görüşmesinden dönerken baskına uğradığına şaşırmıştı. Beş kişilik kişisel muhafızları ile beraber zar zor kaçmış ve ordudan ayrı düşmüşlerdi. Issız, karla kaplı sarp kayalıkları yürüyerek geçtiler. Saldırı o kadar ani olmuştu ki zırhlarını giymek ya da atlarına binmek için bile vakitleri olmamıştı.
“Eğer Gorvigh Sırtı’na varabilirsek,” diye haykırdı Teğmen Ascutus, sislerin içinden bir zirveyi gösterirken, rüzgar nedeniyle sesi zar zor fark ediliyordu. “Porhnak’ta bıraktığın birlikle buluşabiliriz.”
Beatia, rüzgarın süpürdüğü yaşlı ağaçlar arasından kayalıklı araziye baktı ve başını salladı. “Bu yoldan değil. Dağa giden yolun daha yarısına varmadan darbeyi yemiş oluruz. Atlarının nefesini ağaçların arasından görebilirsin.”
Beatia, bir muhafızını, Gorvigh Sırtı’ndaki koyun, karşı tarafında bulunan Nerone’u karaya bağlayan donmuş kanalındaki eski harap bir kaleye doğru yönlendirdi. Kayanın burnuna çıkınca, kuzey Skyrim’deki diğer çoğu kale gibi terk etmiş görünen, Reman Cyrodiil’in Akavir kıtasına karşı koruma kalkanının artıkları olan hedeflerine ulaşıp bir ateş yaktıklarında, arkalarında ki Danstarlı komutanların ordularının seslerini işitebiliyorlardı. Güneybatıya kamp yapmışlar ve deniz hariç tek kaçış yolunu da kapatmışlardı. Askerler kalenin ganimetine değer biçerken Beatia, yıkıntının penceresinden sisle örtülü sulara bakıyordu.
Bir taş fırlattı ve yüzeyde su sıçratarak kaybolmadan önce sis kümesinin arasından geçmesini izledi.
“Ne yiyecek ne de mühimmat bulabildik, komutanım,” seklinde rapor verdi Teğmen Ascutus. “Depoda bir zırh yığını var ama yıllar geçtikçe kesinlikle birbirlerine kaynaşmışlardır. Kurtarılabilirler mi bilmiyorum.”
“Burada uzun süre kalmayacağız,” diye cevapladı Beatia. “Kuzeyli’ler, gece olunca savunmasız olacağımızı biliyorlar. Ve şu kaya da onları tutamaz. Kalede kullanabileceğimiz bir şeyler varsa, bulun. Denizdeki buz kütlesinin öbür tarafına, Sırt’a ulaşmalıyız.”
Birkaç dakika boyunca araştırıp parçaları bir araya getirdikten sonra, muhafızlar, iki adet kirli, sürtünmekten aşınmış ve çatlamış kitin zırhı sundular. Yıllar boyunca kaleyi yağmalayan maceracı ve korsanların en az gurura sahip olanları bile kitin kabuklarını önemsememişti. Askerler onu temizlemeye cesaret de edemediler. Toz, onları bir arada tutan tek yapıştırıcıymış gibi görünmüştü.
“Bizi fazla koruyamayacaklar, sadece bizi yavaşlatacaklar,” Ascutus yüzünü buruşturdu. “Karanlık çöker çökmez buzun karşı tarafına koşmaya başlarsak… “
“Danstrarlı komutanlar gibi plan hazırlayıp, baskın yapan birileri bunu da tahmin edecektir. Şimdi bize daha da yaklaşmadan önce hızlıca hareket etmemiz gerekiyor.” Beatia tozların üstüne, koyun bir haritasını çizdi. Sonra da suyun karşı tarafına yarım daire şeklinde bir yol, kaleden Gorvigh Sırtı’na doğru gerilmiş bir yay… “Erkeklerin, koyun öbür tarafına bu şekilde uzun yoldan gitmesi gerekiyor. Sahil şeridindeki yolda buz daha kalın ve saklanacak pek çok kaya bulunmakta.”
“Kaleyi savunmak için geride kalmıyorsun!”
“Tabi ki kalmıyorum,” Beatia kafasını salladı ve kaleden koyun karsısındaki en yakın kıyıya düz bir çizgi çizdi. “Kitin zırhlardan birini alacağım ve suyu buradan geçmeye çalışacağım. Kıyıya vardığınız vakit beni göremez ya da duyamazsanız, sakın beklemeyin, hemen Porhnak’a gidin.”
Teğmen Ascutus, komutanını bundan caydırmaya çalıştı ama biliyordu ki Beatia asla düşmanın dikkatini başka yere çekmek için adamlarından birine intihar görevi vermezdi, ki zaten kumandanların dikkatini başka yöne çekemezlerse, Gorvigh Sırtı’na varmadan hepsi ölmüş olurdu. Komutanını koruma görevi için tek bir onurlu yol bulabildi. Komutan Beatia’yı, ona eşlik etmek için ikna etmek kolay değildi ama en azından biraz yumuşamıştı.
Güneş alçalmıştı ama hala geniş bir parıltı yayıyordu ve hayaletimsi ışığıyla karı aydınlatırken, beş adam ve bir kadın kalenin altındaki kayalar arasından suyun donmuş kenarına doğru kayıyordu. Beatia ve Ascutus dikkatlice hareket ediyordu, kesinkes ve acı verici biçimde de taşlara karşı kitin zırhlarının her donuk çatırtısının farkındaydılar. Kumandanlarının işaretiyle birlikte, dört zırhsız adam buzun karşı tarafına, kuzeye doğru hızla koştu.
Adamları, ilk parçaya, burnun merkezinden birkaç metre çıkıntı yapan taş sarmalına ulaştıklarında Beatia, yukarıdaki ordunun sesini dinlemeye koyuldu. Sessizlikten başka bir şey yoktu. Hala ortaya çıkmamışlardı. Ascutus başıyla onayladı, miğferin içindeki gözlerinde korkudan eser yoktu. Komutan ve teğmeni, buza adımlarını attılar ve koşmaya başladılar.
Beatia, kale surlarındayken koyu incelediği vakit, sahile en yakın geçit, uçsuz bucaksız, düz beyaz bir yüzey gibi görünmüştü. Şimdi üstündeyken buz daha düz ve daha sertti. Fakat ilerlemeleriyle birlikte, doğa kendi eliyle varlıklarını düşmana gösteriyormuşçasına, sadece bileklerine kadar yükselen sis örtüsünü dalgalandırarak dağıtmıştı. Bütünüyle açığa çıkmışlardı. Beatia, kumandanlardan birinin gözcüsünün, efendilerine uyarı ıslığı çaldığını duyduğunda neredeyse rahatlamıştı.
Ordunun gelip gelmediğini görmek için arkalarına bakmalarına gerek yoktu. Dörtnala ilerleyen toynakların ve açılan yoldaki ağaç dallarının kırılma sesleri, uğuldayan rüzgar içinde bile gayet netti.
Beatia, adamlarının düşmanın görüş açısından saklanıp saklanamadığını görebilmek için kuzeye bir bakış atma tehlikesini göze almayı istedi ama cesaret edemedi. Sağ tarafında koşan Ascutus’u duyabiliyordu. Hızını muhafaza ediyor ve zor nefes alıyordu. Daha ağır zırhlar giymeye alışıktı ama kitin birleşme yerleri, kullanılmamaktan dolayı o kadar kırılgan ve dardı ki onlarla haraket edebilmek için yapabileceği tek şey buydu.
Sırttaki kayalıklı kıyı hala sonsuz uzaklıktaymış gibi görünüyordu ki o sırada Beatia ilk ok atışlarını duydu ve hissetti. Çoğu keskin kırılma sesleriyle ayaklarının altındaki buza saplandı. Ama birkaçı da hedefi buldu ve sırtlarından sekti. Beatia simdi ölmüş olan zırhı yapan kişi için, sessizce şükran dualarını sundu. İlk ok yağmurunu ikincisi ve üçüncüsü takip ederken koşmaya devam ettiler.
“Teşekkürler Stendarr,” Ascutus nefes nefeseydi. “Kalede sadece deri olsaydı, delik deşik olmuştuk. Keşke birde… Bu kadar sert olmasaydı… “
Beatia kendi zırhının birleşme yerlerinin oturmaya başladığını hissediyordu, dizleri ve kalçaları her adımda daha da dayanıklı hale geliyordu. İnkar edilemezdi: kıyıya yaklaşıyorlardı ama çok daha yavaş koşuyorlardı. Beatia, buz kütlesinin öbür tarafından kendilerine doğru hücum eden ordunun ilk korkutucu nal takırtılarını duymuştu. Biniciler kaygan buzun üstünde ihtiyatlıydılar, atlarla son sürat gitmiyorlardı ama Beatia biliyordu ki yakında üzerlerine çökeceklerdi.
Eski kitin zırh, birkaç ok darbesine dayanabilirdi ama dörtnala koşan bir atin gücüyle ilerleyen mızrağa dayanamazdı. Bilinmeyen tek şey zamanıydı.
Ascutus ve Beatis kıyının kenarına vardıkları zaman arkalarındaki toynak sesleri gök gürültüsü gibi sağır ediciydi. Dev, sivri uçlu kayalar sahile dizilmiş ve ilerlemelerini durdurmuştu. Ayaklarının altındaki buzdan sesler geldi ve çatırdadı. Öylece hareketsiz duramazlardı, ileri ya da geri koşamazlardı. Zırh birleşme yerlerindeki yorgun metali gererek, ileri doğru iki kere zıpladılar ve kayalıklara doğru uçtular.
Buz üstüne ilk indiklerinde anında patlayıcı bir kırılma sesi çıktı. Gereken son sıçrayışları için hamle yaptıklarında artık altlarında su vardı. O kadar soğuktu ki ince zırhlarının arasından ateş gibi yakmıştı. Ascutus’un sağ eli derin çatlağın içinde kavranacak bir yer buldu. Beatia iki eliyle birden tutundu ama tutunduğu kaya buz nedeniyle kaygandı. Suratlarını kayaya yasladılar, arkalarındaki düşmana bakmak için dönemezlerdi.
Ama buzun paramparça olduğunu işittiler ve bir an için askerlerin dehşet içinde çığlık attıklarını duydular. Sonrasında ise rüzgarın vızıltısı ve suyun sıçramasından başka ses yoktu. Bir dakika sonra, yukarıdaki uçurumda ayak izleri olmuştu.
Dört muhafız, burunu geçmişlerdi. Beatia’yi kayalıktan çekip çıkarmak için iki kişi vardı ve diğer ikisi de Ascutus için. Zorlandılar ve ağırlığına küfrettiler ama sonunda kumandan ve teğmenlerini Gorvigh Sırtı’nın kenarına güvenli biçimde çıkardılar.
“Yüce Mara adına, hafif sınıftan bir zırh için biraz fazla ağır.” Dedi muhafızlardan biri.
“Evet,” diyerek gülümsedi Beatia bezgin biçimde ve arkasındaki kırık buz kütlesine ve Ascutus ile beraber koşmak zorunda olduğu paralel yollardan yayılmış olan çatlaklara baktı. “Ama bazen bu da iyidir.”