Çeviren: Yalçın Özveren
Düzenleme: Mehmet Güder
“Vaziyet kısaca bu,” dedi Phlaxith, suratı bir heykel kadar katı ve kararlıydı. ” Herkes, şehrin batısındaki mezarlığa bazı kötü niyetli varlıkların dadandığını biliyor ve bu yıllardır böyle. İnsanlar artık bunu kabul etmeye başladı. Ölülerini gündüz vakti gömüyorlar ve Masser ile Secunda yükselip kötülük gelmeden önce uzaklaşıyorlar. Bu şeytanlara av olan kurbanlar sadece çok aptal olanlar ile yabancılar.
“İstenilmeyen kişileri ortadan kaldırmak için doğal bir çözüme benziyor o zaman,” diyerek güldü Nitrah, uzun boylu, soğuk gözlere ve kalın dudaklara sahip orta yaşlı bir kadın. “Onları kurtarmamız için para nereden geliyor?”
“Tapınaktan. Mezarlığın yanına yeni bir tapınak açıyorlar ve alanın şerden temizlenmesine ihtiyaçları var. Bir servet öneriyorlar, dolayısıyla ödülü bölüşmek üzere, kendi takımımı toplamak için süre isteyerek görevi kabul ettim. Bu yüzden hepinizi tek tek aradım. Duyduğuma göre, sen, Nitrah, Rüzgartepe’teki en iyi kılıç kullanan kişiymişsin.”
Nitrah nahoş biçimde gülümsedi.
“Ve sen, Osmic, ünlü bir hırsızsın, daha önce hiç hapse girmemene rağmen.” Kel kafalı genç adam, tekrardan sırıtmadan önce adeta suçlamalara itiraz ediyormuşçasına kekelerdi.
” Ben savaşçı değilim. Sizi gitmeniz gereken yere götüreceğim. Ama sonra yapılması gereken şey size düşüyor. “
“Nitrah ve benim halledemediğim bir durumda eminim ki Massitha cesaretini ispat edecektir.” dedi Phlaxith, grubun dördüncü üyesine dönerek.
“Muazzam güçlü ve yetenekli bir büyücü olarak, oldukça iyi referanslarla geliyor.”
Massitha, yuvarlak yüzü ve büyük gözleriyle adeta masumiyetin resmiydi. Nitrah ve Osmic, ona şüpheli biçimde baktılar. Özellikle Phlaxith, mezarlıkta bulunan yaratıkların varlıklarını açıklarken onun korku dolu ifadesini izlediler. Daha önce hiç insan ve elf haricinde bir düşmanla karşılaşmadığı belli oluyordu. Eğer hayatta kalmayı başarırsa, bunun çok şaşırtıcı olacağını düşündüler kendi kendilerine.
Dörtlü, alacakaranlıkta yorgun argın biçimde mezarlığa doğru yürürken, yeni takım arkadaşlarını denemek için bir şans yakalamışlardı.
“Vampirler, iğrenç yaratıklardır,” dedi Nitrah. “Hastalık taşıyorlar, bilirsin. Batıda söylenenlere göre, ayrım yapmaksızın lanetlerini, bir dizi başka rahatsızlıkla beraber aktarıyorlarmış. Buralarda çok fazla yapmıyorlar ama gene de açtıkları yaraları tedavisiz bırakmak istemezsin. Eğer birimiz ısırılırsa, İyileştirme büyülerini bildiğini varsayıyorum?”
“Biraz biliyorum ama ben Şifacı değilim,” dedi Massitha uysalca.
“O zaman bir savaş büyücüsü müsün?” diye sordu Osmic.
“Yakın mesafeden biraz zarar verebilirim ama pek iyi sayılmam. Teknik olarak daha çok bir yanılsama büyücüsüyüm.”
Nitrah ve Osmic, mezarlığın kapısına ulaştıkları vakit bir birlerine açık biçimde endişeyle baktılar. Hareket eden gölgeler vardı, harabe ve yıkıntılar arasında dolasan hayaletler, harap olmuş patikaların tepesine yığılmış parçalanmış yollar. Karmaşık bir yer değildi. Bakımsız bir mezarlık olabilirdi ama bu mezar taşlarına bakmadan bile göze çarpan çok belirgin bir şey vardı. Ufku kapatan bu şey 2.çağdan kalma bir Cyrodiilli subay mezarıydı. Biraz egzotikti ama hala Çürüme denilen övücü tarzda Dunmer mezarlarıyla uyum sağlıyordu.
“Şaşırtıcı biçimde oldukça yararlı bir büyü okulu,” diye fısıldadı Massitha kendini savunarak. “Bilirsin, her şey Efsunun, nesnelerin yapılarını değiştirmeden, algılanmayı değiştirme yeteneği ile alakalı. Duyusal bilgileri ortadan kaldırmak ve değiştirmek, mesela havadaki koku veya sesi bastırmak ya da karanlık çökertmek için. Böyle yardım edebili… “
Kızıl saçlı bir vampir, gölgelerin arasından Phlaxith’i sırt üstü devirecek biçimde önlerine sıçradı. Nitrah çabucak kılıcını kınından çıkardı ama Massitha daha hızlıydı. Elini bir sallamasıyla, yaratık durdu, donmuştu, çenesi Phlaxith’in boğazının dibindeydi. Phlaxith, kılıcını çıkardı ve vampirin işini bitirdi.
“Bu yanılsama büyüsü müydü?” diye sordu Osmic.
“Kesinlikle,” diyerek gülümsedi Massitha. “Vampirin yapısında hiçbir değişiklik olmadı, hareket etme yeteneği dışında. Dediğim gibi, çok yararlı bir Büyü Okulu.” Dördü, yer altı mezarına giden ön geçide ulaşmak için patikaları tırmandılar. Osmic, kilidi kopardı ve gaz tuzağını söktü. Büyücü toz dolu koridorlara doğru, gölgeleri kovan ve oranın sakinlerini dışarı çıkaran bir ışık dalgası savurdu. Hemen akabinde kana susamış biçimde çıldırmış, inleyen ve çığlıklar atan vampirler tarafından saldırıya uğradılar.
Savaş başlamıştı, hemen ilk iki vampir gelmişti bile, daha sonra destek kuvvetleri de saldırmaya başladı. Acayip güçlü ve dayanıklı, efsanevi savaşçılardı ama Massitha’nın felç büyüsü ve Phlaxith ile Nitrah’in silahları, yaratık saflarını yardı. Osmic bile savaşa katıldı.
“Bunlar çıldırmış,” dedi Massitha, savaş nihayet sonlanıp, nefes nefese kalmışken.
“Quarra, vampir neslinin en vahşileri,” dedi Phlaxith. “Her birini tek tek bulup yok etmeliyiz.”
Mezarları araştırırken, grup, daha fazla yaratığın izini sürdü. Görünüşte farklı olsalar bile her biri saldırıda güçlerine ve pençelerine güveniyormuş gibi görünüyordu ve hiçbirinin tarzında ustalık yoktu. Bütün anıt mezar araştırılıp içindeki her yaratık yok edildiğinde, dörtlü, nihayet yüzeye çıkıyordu. Güneşin doğmasına sadece bir saat kalmıştı.
Çıldırmış çiğlik ya da inlemeler yoktu. Hiçbir şey onlara doğru koşmuyordu. Son saldırı daha önce olanlardan o kadar farklıydı ki tamamen şaşırmışlardı.
Kadim yaratık, dörtlü grup, mezarlığın neredeyse dışına varıncaya kadar bekledi. Grup, tatlı biçimde konuşuyor, ödülden kendi paylarına düşecek kısımlarla ilgili plan yapıyordu. Yaratık, en büyük tehlike yaratacak kişiyi dikkatlice seçti ve sonra büyücüye doğru hamle yaptı. Phlaxith, dikkatini kapıdan beri toplamamıştı, bağırmaya şansı olmadan parçalara ayrılacaktı.
Vampir, Massitha’yi bir taşa doğru çarptı, pençeleri sırtını biçti ama saldırısını, Phlaxith’in kılıcını engellemek yarım bıraktı. Bu manevrayı kendi acımasız yoluyla bitirdi, savaşçının kolunu yerinden kopartarak. Osmic ve Nitrah, ona saldırdılar ama kendilerini, kaybettikleri bir savaşın içinde buldular. Massitha, güçsüz ve kanaması devam ederken kendisini taş yığınının içinden çıkarttığı vakit, savaşa döndü. Yaratığa doğru bir ateş topu fırlattı. Bu, yaratığı o kadar sinirlendirdi ki ona doğru döndü. Nitrah, onun açığını gördü ve bunu, kılıcının bir vurusuyla vampirin kafasını uçurarak kullandı.
“O halde birkaç yok etme büyüsü biliyorsun, aynen söylediğin gibi,” dedi Nitrah.
“Ve birkaç tane de iyileştirme büyüsü,” dedi zayıfça. “Ama Phlaxith’i kurtaramam.” Savaşçı, önlerindeki kana bulanmış toprakta öldü. Üçü, seher vaktinin aydınlattığı kırsaldan Necrom’a dönerken oldukça sessizdi. Massitha, yürüdükçe sırtındaki acının zonklamasının şiddetlendiğini hissetti ve daha sonra buz gibi bir uyuşukluk yavaş yavaş vücuduna yayılmaya başladı.
“Bir şifacıya gidip, hastalanıp hastalanmadığımı öğrenmeliyim,” dedi, şehre varırlarken.
“Yarın sabah bizimle Güve ve Ateş’te buluş,” dedi Nitrah. “Tapınağa gideceğiz ve ödülümüzü alıp orada paylaşacağız.”
Üç saat sonra, Osmic ve Nitrah, mutlu biçimde altınları tekrar tekrar sayarken tavernadaki odalarında oturuyorlardı. Üçe ayrılmış para oldukça rahatlatıcıydı.
“Peki ya şifacı Massitha için hiçbir şey yapamazsa?” dedi Osmic dalgınca. “Bazı hastalıklar sinsi olabiliyor.”
“Koridorda bir şey duydun mu?” diye sordu Nitrah birden. Ama kontrol ettiğinde kimseyi göremedi. Geri döndü, kapıyı arkasından kapattı. “Eğer doğrudan şifacıya giderse Massitha’nin kurtulacağına eminim. Fakat biz bu gece altınlarla ayrılabiliriz.”
“Zavallı büyücümüz için son bir içki içelim,” dedi Osmic, Nitrah ile odanın dışına çıkıp merdivenlerden aşağıya inerken.
Nitrah güldü. “Su yanılsama büyüleri, çok faydalı deyip durduğu kadar bizi takip etmesine yararı olmayacak. Felç, ışık, sessizlik … … nereye bakacağını bilmediğin vakit o kadar da iyi değiller.”
Kapıyı arkalarından kapattılar.
“Görünmezlik, bir başka illüzyon büyüsüdür,” dedi Massitha’nın bedensiz sesi. Masadaki altın, havaya yükseldi ve cüzdanının içine girdikten sonra gözden kayboldu. Kapı yeniden açılıp kapandı ve Osmic ile Nitrah birkaç dakikaya dönünceye kadar, odaya tamamen sessizlik çöktü.