Bir Gezginin Ölümü

Çeviren: Enes Yetiş

Yaşlı Argonyalıyı son gördüğümde, bir ayağı çukurda olmasına rağmen kendini bu kadar canlı hissetmesi, beni benden almıştı.

“Hayatta kalmanın sırrı,” dedi, “… Kaçmamaktır, tehlikenin üstüne üstüne gidip ortasına dalmak ve onu gafil avlamaktır.”

“Bu pençeyi de böyle yaparak mı buldun?” diye sordum, elimdeki küçük oyma nesneyi silah gibi savurarak. Onu lehtarlarına dağıtmasına yardım ettiğim eşyalarının arasında bulmuştum. “Bu da mı kuzenine gidecek yoksa? Alçaktan-Dalan-Kişi?

Tam bu anda, ağzı açıldı, dişleri ortaya çıktı. Onu uzun zamandır tanıyor olmasaydım, sinirlendiğini düşünürdüm, ancak onun gülümsemesi böyleydi. Bir iki kez kahkaha atmak için çabaladı ancak her seferinde hırıltılar ve böğürtüler eşliğinde yatak örtülerine ekşimiş kan öksürdü.

“Bunun ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu iki öksürük arasında.

“Hikayeler duymuştum,” diye cevap verdim, “tıpkı senin gibi. Görünüşe göre pençelerden biri kadim mahzenmezardaki mühürlü kapıları açıyor. Daha önce onlardan birini hiç gözümle görmemiştim.”

“O halde bu şeyi sadece fani bir düşmana vermeyi arzuladığımı tahmin edersin. Bunu kuzenime vermek, ona Metfun kılıcı ile ölmesi için davetiye vermekten farksız olur.”

“Sen de bu yüzden bana vermek istiyorsun, öyle mi?” diyerek şakaya vurdum. “Hem sen bunu nereden buldun ki?”

“Sizinkilerin sırra kadem bastığını düşündüğü eşyaları bulmakta benim türümün üzerine yoktur. Bir şeyi gölün dibine atsan, hiçbir Kuzeyli onu bir daha göremez. O derinlerde neler bulabileceğini bilsen şaşırırsın.”

Sonra gözünü tavana dikti. O puslu gözlerini sağa sola devirirken, yukarıdaki çatlamış kayaların ötesinde, canlanan hatıralarına baktığını rahatlıkla söyleyebilirim.

“Onu kullanmayı hiç denedin mi?” diye fısıldadım, sis perdesinin ardından beni duyabileceğini umarak.

“Tabi ki!” dedi silkinerek, birden bire kendine gelmişti. Gözlerini açtı ve bakışlarını üzerime çevirdi. Tuniğini aralayarak sağ omzunun aşağısındaki pulların üzerinde, yıldız biçimindeki yara izini gösterdi. “Bu yara izini nereden aldım sanıyorsun? Lanet Metfunlar beni fena kıstırmıştı. Sayıları çok fazlaydı.” dedi yüksek sesle.

Kendimi berbat hissettim çünkü girdiği mücadeleler hakkında konuşmaktan nefret ettiğini biliyordum. Ona göre, hayatta kalmış olmak yetiyordu, gerisi teferruattı. Birkaç dakika boyunca sessizce oturduk, duyduğum tek ses nefes alıp verirken çıkardığı hırıltıydı.

Sessizliği bozan o oldu. “Beni hep en çok ne rahatsız etmiştir biliyor musun?” diye sordu. “Ne diye sembollere bu kadar kafa yormuşlar.”

“Nelere?”

“Sembollere, sersem, pençeye bir bak.”

Pençeyi ters çevirdim. Gerçekten de, iç kısmına üç hayvan sembolü işlenmişti. Ayı, baykuş ve bir çeşit böcek.

“Bu semboller ne anlama geliyor, Deerkaza?”

“Mühürlü-kapılar. Sadece pençeye sahip olmak yetmez. Kapılar devasa taş çarklarla mühürlenmiş. Açılmaları için çarklardaki sembollerin, pençenin üzerindekilerle aynı sıra ile dizilmesi gerekiyor. Bir çeşit kilit sistemi, sanırım. Ama niçin buna bu kadar kafa yorduklarını bilmiyorum. Eğer pençe elindeyse, zaten semboller de elindedir. Yani ne gerek var… “

Sözleri bir öksürükle kesildi. Aylardan beri, şahit olduğum en uzun konuşması buydu ama bunun için ne kadar zorlandığını anlatamam. Aklındakileri okuyabiliyordum, o yüzden konuşmayı ben sürdürdüm.

“Anahtarın üzerine işleyeceksen neden bir kombisyona ihtiyaç duyarsın ki?”

“Aynen. Ama yerde yaralı bir şekilde yatarken, olayı çözmüştüm. Metfunlarda insaf yoktur ama pek zeki oldukları da söylenemez. Yere düştüğüm zaman, kendilerini oradan oraya savurmaya devam ettiler. Birbirlerine ve duvarlara toslayarak.”

“Yani?”

“Yani semboller ikinci bir kilit olma amacı taşımıyor. Sadece girmeye çalışan kişinin kanlı canlı biri olduğundan ve aklının başında olduğundan emin olmak için bir taktik.

“Yani kapılar… “

“İnsanları dışarıda tutmak için değil. Metfunları içeride tutmak için tasarlanmışlar.”

Bunu da söyledikten sonra, tekrar uykuya daldı. Birkaç gün sonra tekrar ayıldığında, Metfunlar hakkında konuşmayı istemedi. Bu konuyu gündeme getirmek, omzundaki yarayı sızlatıp onu rahatsız etmekten başka hiçbir işe yaramıyordu.

Share :